Mesele edilmeyecek kelamı yıllara yayılan tartışmalar haline nasıl getirdiğimizin bir formülü var mı bilmiyorum. Varsa bizim buralarda bir yerlerde olması muhtemeldir. Hiç dikkat ettiniz mi? Futbol maçlarında futbolcuların %90’ı taç atışını gayri nizami kullanıyor. Normalde iki ayak birbirine yapışık ve düz durmalı. Ancak bunu yapan topçu neredeyse yok gibi. Hakemler kafalarına estiğinde ender de olsa bunlara ceza kesiyor. Da, bu tartışılacak bir mevzu mudur Allah’ını seversen!
Biz tartışırız. Yeni bir çekirdek gelecekmiş. Kabak ve Ay çekirdeklerine alternatif olacakmış. Ortada fol yok, yumurta yok… Tartışmaya başlarız hemen… Kavun çekirdeği mi acaba? Menşei neresidir ki ne? Ya yok öyle bir şey yahu!
Dilimiz Dünya tarihinin ilkel dilidir. Kitabelerimizi miladdan önce dikmeye başlamış olmamız dilimizin miladdan önce ki üçüncü milenyumda oluşmaya başlamış olduğunu gösteriyor. Çünkü kitabelerde ki komplike dil gramer yapısı ve seslenilen kitlenin avam olması gelişmiş dil özellikleridir. Atasözleri ve deyimler ile kuvvetlenen bu anlatım yapısı anadilimiz Türkçe’mizi yaklaşık 5.000 yıllık bir dil yapar.
Türkçe biliyorsan Edirne’den Doğu Türkistan’a kadar bütün Asya’yı dil problemi olmadan yürüyebilirsin. Sadece mimiklerimiz ile bile anlaşabiliriz. Kültür aynı çünkü. Türkçe kelime üretmek için en ideal dil yapısıdır. Basit ekler ile yeni kelimeler üretebiliriz. Civa deriz bir kelimedir. Civacı deriz yeni bir kelimedir. Civalı deriz yeni bir kelimedir. Civacık deriz yeni bir kelimedir. Domaniç deriz bir kelimedir. Domaniçli deriz yeni bir kelimedir. Sadece cı-li gibi iki harflik basit eklerle yeni kelimeler türetebiliriz. Koltuk tutacağı, fıskiye, başlık kelimelerinin oluşumlarına çok basit eklemelerin yol açtığı görüldüğünde söz üretmeye en müsait dilin Türkçe olduğu görülür. Bu sebeple bugünkü Dünya’yı şekillendiren büyük âlimler (Farabî, İbn-î Sina) eserlerinde Türkçe’yi Fars alfabesi ile yazmışlardır. Türkçe şimdiye değin şu alfabeleri kullanmıştır: Kiril alfabesi, Fars alfabesi, Arap alfabesi ve bugün Latin alfabesi. Türk genelde küresel olarak gününün en yaygın alfabesini kullanır. Bununla beraber öz dil yapısını muhafaza edebilmiş olduğumuz bir dilimiz var.
Gel gör ki, Türkçe her ne kadar temiz, mukabil, net, açık olsa dahi en kolay kavramları bile tartışma konusu haline getirmişliğimiz var. Günümüzde “Türk’üm” demek ırkçılık olarak algılatılmaya çalışılıyor. “Türk deme Türkiyeli de” Saygıdeğer hemşerim, bunu diyen dayaklık değil mi yani?
Tamam. Sakin kalıp uygarca edebi sorumluluğumu yerine getireyim:
Türk, Türkiyeli, Türk asıllı, Türk Vatandaşı, Türkiye Vatandaşı; hepsinin kendi anlamı var.
Türk; kendini Türk hisseden demektir.
Türkiyeli; Örneğin Arjantin’den Türkiye’ye tatile gelen bir Arjantinli çiftin çocuğu Türkiye’de doğar. Bu durumda çocuk Türkiyeli’dir.
Türk asıllı; Türk anne ve Alman babadan (ya da Türk baba ve Alman anneden) Almanya’da doğan çocuk Türk asıllı Alman’dır. Yurt dışında doğan Türk yurtdışında Türk asıllı olur.
Türk Vatandaşı; doğumunda T.C. numarası olan vatandaştır.
Türkiye Vatandaşı; Canı öyle istediği için Türkiye Vatandaşı demeyi tercih edenler mevcuttur. Vatandaş “arkadaş, sırdaş” gibi bir kelimedir. Şahsi kimlik ile arkadaş, sırdaş olabilirsin ve ancak kurumsal yapı ile arkadaşlık dil anlamına ters bir durum. Türk’ün vatandaşı, arkadaşı olunabilir. Ve ancak dil yapısı açısından Türkiye’nin vatandaşı, arkadaşı demek anlam düşüklüğü olur.
Bu sözcüklerin hepsi kendine münhasır anlam ifade ettiğinden dolayıdır ki birbirlerine alternatif olamazlar. “Öyle deme, şöyle de” denilebilecek bir durum yoktur. Yani yine ortada tartışılacak bir mevzu bulunmamaktadır aslında.
Türk’ün Türkiye’den ibaret olmadığını bilen milli örf hafızası göstermektedir ki bizi en samimi ve öz olarak ifade eden söz Türk’tür.
Türk kelimesi tartışmaya açılabilecek bir konu olmamalıydı.
Ayrılıkçıların borazanlarının çalınmakta olduğu bu günlerde haydi Akp Kürt oylarını alabilmek için bu sefilliği ortaya çıkardı. “Kürt” demek marifet, Türk demek hezeyan oldu. E peki DEM’e ne demeli? Bir kere olsun Pkk terörünü kınadılar mı? Özür dilediler mi? Peki ya Kürt kitleler? Bir kere olsun “Kahrolsun Pkk!” sloganını Kürtçe bağırmışlıkları var mı? Özür dilemek bir küçüklük göstergesi değildir. Biz özür diliyoruz; yollar yetersizse biz özür diliyoruz, gıda fiyatları zor karşılanır olduysa biz özür diliyoruz, aşiretler arası husumetlerde can kaybı olursa yine biz özür diliyoruz. Hep biz özür diliyoruz.
İstanbul’un, İzmir’in, Bursa’nın, Ankara’nın vergileriyle yapılan yollara mayınlar döşeyip okula gitmekte olan servisi patlatan terör ile iş tutmak. Sırf oy için, iktidar için, zümre kudreti için vatanın bölünmesi konusunu masa üstüne alan bir hükümet.
Kuzey Irak’taki kırmızı çizginin niye çekildiğini hatırlayan var mı? Kürtler’i Saddam Hüseyin’in gazabından korumak için TSK’nın koyduğu bu çizgiyi bile allem edip kallem edip Türkiye’nin yayılmacı siyaseti olarak göstermeye çalışanlar oldu.
“Ne derseniz deyin! Kürdistan fiilen kurulmuştur.” deniliyor. Kurulur, yıkılır… Bunlar tarihte olmuş şeyler. Da, binlerce yıllık Mezopotamya tarihinde niye 1 tane bile Kürt Devleti yok? Niye Kürt kelimesi MS.20. yüzyıla kadar telaffuz dahi edilmiyor? Kürtler’in sıkıntı yaşadıkları durum bu: millet olmadan devlet olmaya çalışıyorlar. Antik buluntularda, tarihi kalıntılarda esamesi bile okunmayan Kürt kelimesi üzerine devlet bina etmeye çalışıyorlar. Amaç bağımsızlık, özgürlükten uzak. Amaç Türkiye’den toprak koparıp bu toprağı aşiret liderlerine zimmetleyip haksız kazanç elde etmek. Bu kadar basit aslında konunun temeli.
Siyasi iktidar yandan yiyen ekonominin gündemde tutulmasındansa ülkenin bölünmesi ihtimalini canlandırıp/hortlatıp gündem saptıradursun şunu demekte fayda var: bir millet 5.000 senedir var ise her daim var olacaktır. Türk’ün Yıldızı ilelebet parlayacak, Hilâli hep baki kalacaktır.