“Borsa tepetaklak! 2 trilyon Lira küçüldü BİST!”
Rahat olun. Rahat olun siz.
“Türk Lirası’nın alım gücü Ukrayna Grivnası ile eşitlendi!”
Rahatınızı bozmayın. Hiç rahatsız olmayın.
“İstanbul vilayetinin seçilmiş Başkanı parmaklıklar ardında!”
Çok rahat olun. Hatta daha da rahatlayın.
“On binlerce vatandaşın katili terörist ülke gündemi oldu!”
Rahat rahat. Hiç telaş yok.
“Ülkede her gün gösteriler, protestolar düzenleniyor!”
Geçer o. Geçtimi bir şey kalmaz.
Bize verilen talimat bu: “Vatandaşı rahatlatın.” Bu sebeple rahatlayın lütfen. Şöyle rahat mevzulardan bahsedeyim bu hafta sizlere. Hatta haddimizi zorlayıp biraz gülümsemeye çabalayalım.
Aklıma son zamanlardan gelen ve komik olabileceğini düşündüğüm hadise şudur: Adam bağırıyor “Sen! Gel bakayım buraya!”. Adamın yanına adam geliyor “Buyur abi, nedir?” diye. Adam diyor ki “Seni değil Sen’i çağırıyorum. Sen! Gel oğlum!”
Uzatmayayım. “Sen” adamın köpeğinin adı. İnsanları manyaklaştırmayı seven birisi demek ki.
Başka bir adam vardı. Bu eleman köpeğini traş ettiği makineyle sakal traşı olurdu. Pis herif. İt adam derdik kendisine. Acayip kokuyordu. Köpekten daha köpek kokuyordu adam resmen.
Koku deyince ekonomi akla geliyor tabii. Niyeyse? Yani koku ne diye ekonomiye bağlansın ki kardeşim yav? Şöyle ki; İş ikiye ayrılır: yellenilebilir işler, yellenilemez işler. İşte ekonomiye yön veren asıl gösterge budur.
Ya tabii ki gaz salımı muhabbeti yaparak laçkalaşmak değildir niyet. Ve ancak bu konu ile alakalı göz ardı edilemez vaziyetler mevcuttur. Örneğin “150 Zart Oyunu”. Bunu tekne ile denize açıldığımızda hava bozar da deniz yaparsa 5 kişi bir kamaraya tıkıldığımızda oynarız. Güverteye çıkamadığımız için hepimiz aynı yerdeyizdir. Tabii ki cam, pencere falan yok. Oyun şu: 5 kişi bütün zortlamalarımızı sayacağız. 150’ye geldiğimizde halen kamarada kim kaldıysa oyunu o kazanacak. Ne 150’si, ben üçte kendini dışarı atan biliyorum.
Çok doğalgazın sohbeti de pek olmaz ve ancak; gastroenteroloji diye bir akademik bölüm var. Yemek uzmanlığı. Gıda ekspertizmi. Ve ancak adı gastro… Direkt gaz akla geliyor. Başka bir isim mi bulsak, ne yapsak? Yani “Gastro!” sanki “Cayır cayır sal gitsin” dermiş gibi biraz.
Gelin biraz daha bilgi temelli rahatlatıcı mevzulara geçelim. Efendim, hepimizin bildiği Vaşinkton hakkında olay. Buraya ev sahipleri Washington DC diyorlar. Washington Amerika’nın kurucu atalarından biri. DC ise “District of Columbia” demek. Türkçe olarak “Kolombusya Bölgesi” der gibi. Evet, sebebi Kristofer Kolombus. Ve ancak şöyle bir durum var: Kolombus Amerika’ya ilk geldiğinde bugünkü Vaşinkton’da karaya çıkmamıştı. Çok daha güneyde Amerikan Kıtası’na adım atmıştı kendisi. Peki Vaşinkton’un adı niye Kolombus ile anılıyor? İşte bunun sebebi gerçek bir efsane. Anlatıya göre Kristof Kolomb Amerika Kıtası’nın keşfi esnasında edindiği pırlantalar, inciler, yakutlar, zümrütler, elmaslar, altınlar ve daha pek çok değerli hazineyi 4 tane dev sandığa doldurmuştur. Bu sandıkların tanesi 2 ton çekmektedir. 8 ton elmas dersem konuya uyanmamız gerekir. Ülkeleri yüzlerce yıl
besleyebilecek bir meblağdır bu. İşte bu hazineyi Kolombus bugünkü Vaşinkton’da bulunan Washington Anıtı’nın olduğu yere gizlemiştir. Tabii o zamanlar ortada Vaşinkton diye bir şehir falan yok. Her yer orman o zamanlar. Velhasıl, ABD’nin kuruluşu esnasında Kurucu Atalar’ın bulmayı başardığı bu hazine Amerika’yı Britanya İmparatorluğu’na diş geçirir bir hale getirmiştir. Hazinenin bulunduğu yere anıt olarak Washington Anıtı dikilmiştir.
Nasıl? Amerikan efsanesi.
Bilgiye dayalı diğer bir efsane ise “Uçan Halı” konusudur. Efendim, konu ne kadar masalsı görünse de aslında işin içinde şöyle bir durum var: Hiç İstanbul Kapalı Çarşı’da satılan halıları gördünüz mü bilmiyorum. Bu halılarda öyle muazzam bir motif işçiliği vardır ki, hayran bir biçimde halıyı seyre dalabilirsiniz. Peki bunun Uçan Halı ile alakası nedir?
Binlerce yıla yayılan halıcılık mesleği Evren’in açısını tam yakalayan motifi ortaya çıkarmak için geometri, fizik ve tabiatın yönlendirmeleriyle sayısız halı örneği ortaya çıkarmıştır. Peki Alem’in açısını yakalayan motif ne demek? Bu halının, üzerinde ki motifin taşıdığı büyü sayesinde Evren’in her noktasına eşit uzaklıkta bir kapının açılmasını sağlaması demek. Bunu yapmak için binlerce yıldır insanlık uğraşıyor. Özellikle de Araplar, Farslar ve Türkler.
Bazılarına göre bahsi geçen halı zaten dokunmuştur. Ve ancak bu bir tane daha yapılamayacağı anlamını taşımaz. Ve hayır, dokunmuş olan Uçan Halı’nın nerede, kimde olduğunu bilmiyorum. Adı Uçan Halı olmasına rağmen bu halı aslında Kâinat’ın her noktasına gidebilmenin sırrını içinde barındırıyor.
Nasıl? Türk efsanesi.
Yolsuzlukla mücadele yolsuzluktan önce olur. Ah! Özür dilerim. Rahatlayın efendim… Rahatsızlık, sıkıntıyla işimiz olmasın bir müddet.
AVM otoparkında dolaşıyorum dolaşıyorum… yer bulamıyorum. Araba bloklarının arasında turalıyorum. Az evvel geçtiğim sıradaki arabalardan birinin yerine başka bir araba girmiş. Demek ki tur atmak yerine sabit kalsaydım yer bulabilirdim. Üf ya… Sıkıntı… Sıkıntı… Tuvaletimde geldi… Ve bir bakıyorum, giriş kapısının yanında engelli otoparkı. Boş. Park ediyorum. Arabadan çıkarken güvenlik yanıma geliyor “Beyefendi. Oraya sadece engelli vatandaşlarımız park ediyorlar.”
Bunun üzerine gözümde ki gözlüğümü gösterip “11 yaşımdan beri kullanıyorum bu protezi” diyorum. Bazı güvenlikçiler yiyor. Bazıları gülüyor. Bazıları ise asabiyete bağlıyor.
Amerika’da fasa fiso hakkında muhabbetlerde mutlaka “Uzay Gemisi” olayı geçer. Türkiye’de bile gün boyunca göğe bakıp uzay gemisi görmeye çalışanlar var. Bu işi ciddi ciddi ciddiye alanlar var yani. Beni anlamadığım; neden “Uzay Gemisi”? Neden “Uzay Arabası” değil mesela? Ya da niye “Uzay Uçağı” falan değil? Adam tek kişilik hela kabini kadar bir şey yapmış adına “Gemi” diyor. “Uzay Gemisi” diyor. Gemi mi? Emin miyiz bu konuda?
Hanımlar, efendiler; sizlerle ansiklopedik bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. Yani doğruluğu kati bir bilgi bu. Beni etkiledi diyebilirim. Buna göre; Dünya’daki karıncaların tümünün toplam ağırlığı bütün insanların ağırlığının toplamından fersah fersah fazladır. Şaşırtıcı değil mi? Artık demek ki bizim gördüğümüz karınca aslında olanın milyonda biri bile değil. Ayrıca bu bana bir insan olarak “Demek ki Dünya’ya fazla yük olmuyoruz.” biçiminde düşündürdü.
Nehir süreleri. Biliyor muyuz nehirlerimizin sürelerini? Nehir süresi ne demek? Önce bunu netleştirelim. Seyhan Nehri’nin kaynağında bir yüzer-batmaz kalıbı suya atıyoruz. Bu kalıp ne zaman denize varacak? Ölçüyoruz süreyi. Bu o nehrin süresi oluyor. Ne işe yarar nehir sürelerini bilmek? Hah! İşte ben de tam size onu soracaktım.
Hani havayolu şirketlerinin reklamlarının sonunda o havayolu firmasının uçağı mavi fezada ve beyaz bulutların üzerinde aydınlığa doğru dingin dingin uçar ya? O uçak ters uçsa nasıl olur? Askeri jet gibi. Koskoca Boeing uçak ters dönüyor. Reklamda bu görüntüyü kullanıyoruz falan.
“Uçağın motoruna kuş kaçmış!” Eee? Yani?
Yahu araba için sinek ne ise uçak için kuş odur.
Farkındalık farkında olunduğu belli edilmedikçe farkındalığının farkını fark edemiyor.
Buna oldukça gülündü: Adam Türkiye’ye gelirken vize almış.
Bokçular. Bu tabiri kullandığım için beni mazur görün. Maksadım çirkinleşmek değil. Ve ancak bok böceği adında canlı bile var. Yani bu konuyu dikkatinize getirmemin başka bir yolu yok. Bokçular adlarından anlaşılacağı üzere organik atık işi yapmaktadırlar. Büyük illerin arıtma tesislerinden geçip denizlere salınan dev atık borularının çıkışlarına gelip burada akan pisliğe bir ağ gererler. Dışkının içinde neler olduğunu bilseniz şaşırırsınız. Bir kere altın mutlaka çıkıyor. Bazen elmas çıktığı oluyor. Ciddi ciddi para kaldırıyorlar bu faaliyetten.
Film sanat dalları arasında en kompleks olanıdır diyebilirim. Bundan 300 yıl önce insanlar 5 saat boyunca duvara astıkları bir resme bakıyorlardı. Pazardan kelepir aldığı ya da koleksiyoncudan pahasıyla aldığı resmin karşısına geçip yemek yiyordu insanlar. Şimdi bir film izlerken gözlerimizin önünden saniye de onlarca resim geçiyor. Uzun süre film izlemezsem eksik hissedenlerdenim diyebilirim. Ailece bir arada izlenen filmlerin hastasıyım. Bayılırım. Sessizliği sağlamak biraz zor olur ve ancak güzeldir.
Filmler ile ilgili son zamanlarda zihnimi meşgul eden; Atilla filminde Atilla sarışın. Büyük İskender filminde İskender sarışın. Truva filminde Aşil sarışın. Eeeeh! Bu ne be! Tam isyan edeceğim derken uluslararası kanaat şöyle diyor: “Tarkan’da sarışın ona bakarsan”! Ne diyeyim ki ben buna şimdi? E Atatürk’te sarışındı. Demek ki büyük işler yapanlar paso sarışın oluyor.
“Ondan sonra baktık bu laga luga yapıyor! Bastık mekanını dağıttık!”
‘Mekanını dağıttınız ha? Nasıl dağıttınız?’
“Tuvaletlerdeki klozetleri lavaboları kırdık. Masaları zaten komple kırdık. DJ kabinini benzin döküp yaktık falan…”
Şöyle dedi bana: “Size güvenmememi bana güvenmek için bir sebep olarak saymalısınız.”
Fikr-î ziyân: Ev çatılarına küçük rüzgar değirmenleri. Bir televizyon anteni kadar yer kaplıyor ve 4 tanesi 5 katlı bir apartmanın gündelik tüketiminin yarısını karşılıyor. Fena sayılmaz.
Çinliler’in yemek yemek için kullandıkları çubukları kavisli yapmak. Biraz eğrik olunca kullanımları çok daha kolaylaşıyor. Bu da aslında fena değil.
Nasrettin Hoca Dergahı’nı duymuş muydunuz? Kahkahalar eşliğinde zikrediyoruz! Gözlerimizden yaşlar akarcasına gülerken “Allah” diyerek inildiyoruz. Pişmanlık ve vicdan azabı değil; gönül ferahlığı ve masumiyetle doyasıya gülüyoruz. Birbirimize bizi güldüren olayları anlatıyoruz. Ve aynı esnada Yaradan anıyoruz.
Ahali; şaka bir yana: çok gerginiz.
Trabzon’da CHP standına bıçakla dalan kişi örneğini dikkate alınız. Eğer CHP teşkilatı bir anda adamı linçe kalksaydı ne olabilirdi? Ne olacak… facia tabii ki. Ancak sokakta yaşanan böylesi bir asayiş olayında bile duruşumuz sakin ve akl-ı selîm. Niye? Çünkü ileri ulusuz biz. Üç beş yüz yıllık bir millet değil, 5 bin seneye yakın tarihi olan, deneyimli, tecrübeli, etken bir kavimiz. Biz Türkler. Kendimizi fazla yabana atmayalım.
“Yeni Türkiye” diyen Türkiye’yi “Eski Türkiye” olarak görmüş demektir.
Teyakkuzda rahat nasıl durulur gelsin Dünya Türkler’den öğrensin.