İç gündemin birincil konusu maalesef yine Anayasa değişikliği. Sözün özünü mazoşistçe sona saklamak gereği görmüyorum: Anayasa değişmeli. Hem de acilen. Hemen 2012 Anayasası öncesine dönülmelidir.

Ultra Mega Süper Reis Kumandan Evliya Başkan gudubeti derhal son bulmalı. Partizan devlet zirvesi bizim ayarlarımızı bozdu. Bireysel özgürlüğümüzü kısıtlayıcı bir algı olduğunu anladık bunun. Cumhurbaşkanımız’ın aynı zamanda ek iş yapması ve parti genel başkanlığı yürütmesi devletimizi vatandaş kayırır bir hale soktu. “Bizden – Onlardan” olayı.

Acilen siyaset üstü konuma sahip Cumhurbaşkanlığı uygulamasına dönmeliyiz. Eğer Anayasa ile ilgili bir şey tartışılacaksa bu tartışılmalıdır.

Değişimde terakki vardır. Değişim demek gelişim demektir çoğu zaman. Cadde, sokak, otobüs durakları, köprüler ve hastanelerin isimleri değişti. Eğitim sistemi değişti. Kontrolsüz göç oldu, şehirlerimiz değişti. Şimdi Anayasa değişikliği konuşuluyor. E böyle her şey değişiyorsa iktidar niye hiç değişmiyor demezler mi adama?

Son günlerin en ehemmiyetli mevzusu hakkında özellikle gizlenmeye çalışılan devasa bir çıkıntı var: 2012 Anayasa değişikliğinde ülke referanduma gitmişti. Bu nedense şu günlerde hiç gündeme getirilmiyor. Ayrıca 2012’de Anayasa yapılırken “10 sene sonra değiştiririz…” diyerek mi yapılmıştır? Eğer öyle ise bu zıvanadan çıkmışlık değil midir?

Gelin size Ampul Hareketi’nin değiştirdiği kanunlardan örnek vereyim:

Önce: “Silahlı Kuvvetler’in vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamaktır.”

Sonra: “Silahlı kuvvetlerin vazifesi; Yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına katkıda bulunmaktır.”

Birincisi öz. İkincisi laf kalabalığı. Birincisinde her mecrada yurdu savunma görevi varken ikincisinde bu durum sadece yurtdışı ile sınırlanıyor. Yani yurt içi tehditlere karşı Silahlı Kuvvetler’in aktif rol almasının önüne geçilmek isteniyor. Bütün hikaye bundan ibaret.

Bu bahsettiğimiz değişimler 2012 dalgası ile geldi. [TSK İç Hizmet Kanunu 35. Madde]

Anayasamız’ı mı konuşacağız? Buyurun konuşalım; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Dünya’nın en uygar yasaları arasında yer alır. Öylesine mükemmeldir ki uygulanmasında zorlanırız. Bu ülkeyi kuran kurucu neslin ortaya çıkardığı Anayasa gerçekten zamanın çok ötesinde bir metin olmakla beraber Türk’ün en eski geleneklerine de dokunmasını bilmiştir.

“Gerçekten mi?”

Tabii ki gerçekten! Anayasamız’ı okuyan herkes bu metnin demokrasinin ve halk iradesinin en güçlü temsillerinden biri olduğunu anlar. 1923’ten günümüze geçen bütün bu süre boyunca defalarca bozulan, değiştirilen, uzatılan-kısaltılan Anayasamız her şeye rağmen üst standartlarda bir Anayasa’dır.

Okuyanı güçlü hissettiren bir üslubu var Anayasamız’ın. Bireysel özgürlüklerimiz devletin gücü ile korunma altına alınmış olarak görülüyor. Bu okuyanda bir özgüven ortaya çıkarıyor. Vatandaşlığımızın

ne kadar kıymetli olduğunu, farklı uluslarda gündeme dahi getirilmeyen konularda özgürlüklerin muhafaza altına alındıkları görüyoruz. Okurken sayısız hakka sahip olduğumuz görünür.

Anayasa’ya saygı duymayan ve onu ihlal eden zihniyetin Anayasa’yı değiştirmesinin Anayasa veya Türkiye’ye faydası olur mu diye düşünmek gerek.

“Kanun hükmünde kararname” Yasa hükmünde kanun. Maydanoz hükmünde domates.

Kanun hükmünde kararname demek ferman demektir. “Kararım kanundur!” demektir. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyor ve fermana imza koyuyor olmak bir nevî zihinsel meczupluk mertebesi olsa gerektir. Çünkü adı üstünde; cumhuriyet.

Gerçekler; geleceği konuşalım: Artık ülkeler ortak Anayasa ortaya koymayı kovalıyor. Örneğin Brezilya ile Polonya tıpatıp aynı Anayasa’yı benimseme yolunu tercih edebilir hale geliyor. Bu o yasanın daha zor değiştirilebilir olmasını sağlıyor çünkü değişikliğin iki ülke meclislerinde onaylanması gerekiyor. Denize kıyısı olan tüm ülkelerin birbiriyle sınırdaş olduğunu da hesaba katarsak bunların pekte imkansız planlamalar olmadığını görebiliriz.

Devletler Anayasa’yı kendilerini sınırlayıcı bir güç dengeleyicisi olarak tanımlamaya ve düzenlemeye çabalıyor.

Türk’ün ve Türkiye’nin en saygın ve öncül edebi eseri kuşkusuz ki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’dır.

Konu sadece Anayasal Metni değiştirmek değil, ayrıca Anayasal hükümlülükleri yerine getirmek ve yani Anayasa’ya uymaktır.

2024’te Anayasa değişikliği gerekli olacaksa 2012’de ne yapıldı?

Anayasa bilgisayar oyunu gibi zırt pırt güncellenmek zorunda mı?

Ampul Hareketi istiyor ki “Anayasa aynı kalsın.” diyelim. Çünkü bu 2012’de yapılan yasadışı anayasa değişikliklerini onaylamak ve kanıksamak olacaktır. Hayır. 2012’de aldatıldık. Bir kişi ülke yönetiminde bir 10-20 yıl daha kalsın diye Anayasamız’ın incitildiğini göremedik.

Ampul Hareketi, 2000’li yılların başında T.C. Anayasa Mahkemesi kendisi hakkında yasadışı siyasi örgütlenme kararı verip yönetici kadrosuna siyaseti yasakladığından beri Anayasa’ya karşı hınç doludur. Bunu herkes görebilir.

Ordudan intikam alınacaktı. Askeri okullar, hastaneler kapandı. Tamamlandı. Laiklerden intikam alınacaktı. Her yer imam ve hatibe doldu. Cemaatten çok imam oldu. Tamamlandı. Medyadan intikam alınacaktı. Medya zorla devşirildi. Tamamlandı. Cumhuriyetten intikam alınacaktı. T.C. ifadesi tabelalardan, panolardan itinayla kaldırıldı. Tamamlandı. Yasadan intikam alınacaktı. Halen uğraşılıyor.

Fakat hakkında redd-i itibar kararı çıkacak olanlara yapıcı bir hatırlatma gerekli:

İntikamın hiddeti ertelendikçe artar.