2011 yılıydı… Yaşadığım köyün kahvehanesine toplu halde bırakılan haftalık postalar içinde arayıp bulduğum telefon faturam ve kredi kartı ekstremin zarfları açılmış, okunmuş... Köylük yer, merak eden de var tabi, acaba kaç lira fatura ödüyorum, aylık harcamam ne kadar… Kişisel verilerin korunmasından bihaber zamanlar… 

Zarflarımın açılmasına çok kızmıştım. Bu olaya sorumlu ararken aldım bilgisayarı elime, başladım yazmaya: “Ülke nüfusunun %30’unu kapsayan köylerimizde, ulusal adres sistemi de kurulmuşken, üstelik de imza gerektiren gönderiler kapıya kadar getirilebiliyorken normal postalar neden kahvehaneye bırakılır?” Şimdi ki adı CİMER olan makama ilettim konuyu…

Birkaç ay sonra gelen bir telefon, beni Domaniç PTT müdürlüğüne çağırıyordu… Eskişehir’den gelen müfettiş bey bana izahta bulunmak için çağırmış. Haklılığımı kabul ederek anlattılar, izah ettiler, imkansızlıkları sıraladılar, kadro yetersizliğinden bahsettiler, yetişemediklerini belirterek konuyu kapattılar. Sorumlu olarak da hepimizin çok sevdiği, posta memuru Sait Kaçmaz’ın adını dosyaya yazdılar… Şimdilerde emekli olan Sait abi daha yenilerde anlattı bana durumu, meslek hayatında siciline işlenen tek konu buymuş… Bunu duyunca çok üzüldüm tabi, ama uzun zaman önce olan bu mevzuya yapılacak bir şey de yoktu…

Sait abi’yi bu yörede herkes bilir. Görevde olduğu sürede ilçede yaşayan herkesi yediden yetmişe tanır, iletişim ve irtibat kurardı. Çalıştığı kurum devletin vatandaşı ile arasındaki köprüydü çünkü. İletişim ve irtibat gibi kutsal bir misyonu üstlenen kurumu, abartısız vatandaşın tamamına ulaşabilen tekkurumdu. Öyle ya, aşı günü gelen 1 yaşındaki bebekten de haberdardı PTT,  emekli vatandaşa gelen ihbardan da… Almanya’daki gurbetçinin gönderdiği mektubu bile en ücra mezraya yetiştiren kurumdan bahsediyoruz, sizce bu parayla pulla ölçülecek iş mi?

Sait abi’nin emekli olacağını öğrenince hepimiz önce bir endişelendik. Postacımız öyle çalışkandı ki mesai saati kavramı olmaksızın hepimize ulaşır, ulaştırırdı… Sonra yeni posta memuru Ahmet geldi. Sait abi’yi aratmayan, ilçeyi tanımamasına rağmen hızlı öğrenen, iletişimi yüksek, genç bir arkadaş... Türk insanı için şarkılara, filmlere konu olacak kadar değerlidir ya postacı, hemen sevdik Ahmet’i… Sait abi’nin hissettirdiklerini Ahmet de hissettirmeye başlayınca anladım ki bu, PTT kurumunun hafızası ve kurum kültürü ile ilgili biraz da… İletişimi yüksek insanlar, iletişim kurumunda vatandaşa irtibat için çalışıyor…

2011 yılında memur yetmezken bugün nüfusu değilsede hacmi artan bir ilçenin posta gönderi kapasitesi azalır mı? Devletin tasarruf amacıyla sırtında taşımak istemediği bu kurumu, Sait abiler, Ahmet’ler, üstüne bir de kargo yükü eklenmiş haliyle hafta sonları bile çalışarak sırtında taşıyabilir mi? 

İtibardan tasarruf olur mu, bilmem. Ama devletin seksen milyon insanının her bir ferdine bile ulaşabilen yegane kurumu olan PTT’den, yani İRTİBATTAN TASARRUF OLMAZ !