Malum yıl sonu ve bütçe görüşmeleri başladı. Ben bugüne kadar bütçe görüşmelerinde, bütçenin konuşulduğuna hiç denk gelmedim. Sürekli başka ve oldukça sert geçen görüşmeler olur bizim mecliste. Ama bu yıl çok çok başka bir şeyler oluyor. 
Seneye seçimler var ve bu seçimler kaderimizi belirleyecek gibi lanse ediliyor. Muhalefet, öyle iddialarda bulunuyor ki. İddiaları doğru ve bu iddialarından dolayı mevcut iktidara hesap soracak olurlarsa mevcut iktidar ve yandaşları son yirmi yılın hesabını veremeyecek ve baya sıkıntıya girecekler gibi. Yok muhalefet son 20 yılda alışılageldiği gibi yine seçimi kaybederse de artık gerçekten eski Türkiye eskisi gibi olmayacak. Mevcut tüm siyasi partiler kapılarına kilit vurup ortalıktan kaybolacaklar gibi.
Meclis tv’nin sansüründen geçenler bile ülkeyi germeye yetiyor. Küfürler, kavgalar havalarda uçuşuyor. Mecliste utanç verici şeyler oluyor.  Korkarım meclisteki olaylar sokaklara da yansıyacak ve biz liderlerimizin, partilerimizin avukatlığına soyunup, dost akraba, ana, baba, arkadaş, teyze, hala, amca, dayı demeden birbirimize gireceğiz.  
Bu karamsar duygulara kapılan ben, kapattım haber kanallarını, açtım kral FM’i. Kral FM bizim dönemin eserlerini çalan bir radyo kanalıdır. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Cengiz Kurtoğlu, Ümit Besen, Hüseyin Altın, Gülden Karaböcek, Tüdanya gibi arabesk sanatçılarının eserlerini çalar. 
Anılarım canlandı birdenbire, hasretle yanıp tutuştuğum, yapayalnız geçen çocukluğumu, gençliğimi yaşamaya başladım.
On altı metre karelik bir odamız, 28 ekran 2 buçuk kanallı televizyonumuz, bazen vurarak çalışan radyolu teybimiz vardı.1980 yılında, Konyalı İsmail vardı sınıfta. Cüssesi bizim rahmetli Bilal Öztürk’e benzerdi. Türkçesi çok kötüydü ve Türkçe derslerinde sınıfın maskotuydu. Öğretmen ne sorsa, gevşek gevşek, “ billemeyyon örtmenim” derdi. Nevşehirli hırçın Suat, Yunan Türklerinden, içten pazarlıklı Hamiyet, bacak kadar boyuyla ortalığı karıştıran Muazzez… 
Sonraki yıllarda Tuncelili İpek, Halil, Bekir en iyi arkadaşlarım oldular. Ama İzmirli Özcan’la çok daha iyi anlaşırdık. O da ben gibi yalnızdı. Garibandı. Benim anam onun babası Türkiye’deydi. Tek odalı bekar evlerinde yaşardık ikimizde. Ferdi dinler, kendi müzik aletlerimizi kendimiz yapardık. Yumurta tavasından saz, bardaklardan piyano ile besteler bile yapmışlığımız var.  Sonraki yıllarda mesleklerimizi yapmış iş hayatına atılmış olsak bile bir araya gelir ve ‘Yuvasız kuşlar’ kaseti şu tarihte çıkmıştı, ilk Dil yarası kasetini şurada dinlemiştik’ diye konuşurduk. Terör örgütü ortaya çıktığı seneler, can ciğer Tuncelili, Mardinli arkadaşlarla siyaseten ayrışmaya başladık. Sonraki yıllarda da Süleymancı, Fetullahcı, Diyanetçi diye bölünmüş, birbirimizden selamı sabahı kesmiştik. Benim en yakın arkadaşım Polonyalı Christian oluverdi. Onunla gurbeti ve hasreti konuşurduk. Yugoslav Sabiliç ile memleketlerimizi konuşurduk. Yugoslav savaşı çıkana kadar. Alman İrene, Martin, Petra yabancı düşmanı oldular nedense. Artık sokaklarda görmezden geliyorduk birbirimizi. Helga’nın birahanede buluşan babamların kuşağı, bırakın birahanede buluşmayı, camilerini bile ayırmışlardı kader arkadaşları ile. 
İnsan yaşlandıkça geçmişini özlüyor. Özledikçe yarenlik edeceği eski dostlarını arıyor. Ama benim çocukluk arkadaşlarımla arama binlerce kilometre girdi. Gençlik arkadaşlarımla uzak kaldık. Ben, ‘Huzurum kalmadıyı’ dinlerken, anılarımı kiminle paylaşacağım !?
Doğduğu topraklarda yaşayan arkadaşlar. Sevenlerinizin de, sevdiklerinizin de kıymetini bilin. Yaşlanıp hatıra defterinizi açtığınız da, ‘keşke yanımda olsalardı da yarenlik etseydik diyeceksiniz.’ Sevginizi, saygınızı siyasetle değişmeyin. Akraba ve arkadaşlığınızın arasına siyaseti sokmayın. Ne siyasiler gördük. Zengin olup yüceldiler. Güçlenip devleştiler. Sonra ya ölüp gittiler ya batıp gittiler…