Yerimiz dar ve okuyucu uzun yazıları okumadığından, elimizden geldiğince özetin özetini geçeceğiz.
Gelin, öncelikle Cumhuriyet ne değildir bir göz atalım!
Dünyadaki tarihin çoğu büyük devleti, elinde güç olanların ya da gücü ele geçirenlerin kurduğu Monarşi devletleridir. Monarşi zaman içinde Oligarşiye dönüşür ve süresi ne kadar uzun olursa olsun sonu Cumhuriyettir.
Biraz daha açalım;
Tek güçlünün yönetimine Monarşi, gücü yakınlarıyla paylaşanların sistemine Oligarşi, yönetimin halka geçtiği sisteme ise Cumhuriyet denir.
Monarşistler, ellerindeki gücü — günümüz tabiriyle oturdukları koltuğu — kaptırmamak için her türlü hileye başvurur, her türlü iftirayı atar; kısacası koltuk için kendilerine her şeyi mübah sayarlar. Bu mübah saymanın içinde kardeşini, evladını öldürmek, boğdurmak, zehirlemek de vardır; rakiplerini olmadık suçlamalarla karalamak da.
Ülkemizin son oligarşik devleti Osmanlı İmparatorluğu, İngiliz ve Yahudi oyunlarıyla Panarabizm boyunduruğu altına girmiştir. Yakılan mezhep ateşiyle kardeş çatışmaları had safhaya ulaşmış; saray, öz evlatlarını din ve mezhep uğruna katletmiş; iç savaşlar ve ayrışmalar koca imparatorluğu yakıp yıkıp yok etmiştir.
1800’lü yıllara gelindiğinde İngiliz, İsrail ve Arap kültürü arasında kaybolan millet, sarayın kontrolü dışına çıkarak çöküşe sürüklenmiştir.
Emperyaller tam hedefe ulaştık diye avuçlarını ovuştururken, Osmanlı’nın bağrından çıkan Ertuğrul’un, Osman’ın torunu, Selanikli Yörük Efe Mustafa Kemal, bu çöküşe “dur” diyerek sarayın dışladığı yörükleri toplayıp yeniden kurduğu halk ordusuyla yedi düvele karşı savaşmıştır.
Girdiği her savaşta “Vatan!” “Millet!” diyenlerle zafere ulaşmış; binlerce yıldır hiçbir ülkenin mandası altına girmemiş halkına yeniden bağımsızlığını kazandırmıştır.
Ve sonunda;
“Ne Oligarşi, ne Monarşi; en doğrusu Cumhuriyettir. Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir!”
diyerek Cumhuriyeti ilan etmiştir.
Atatürk, Türklerin çoğunlukta olduğu ve adının “Türk” olduğu son devletimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurduktan sonra, ülkenin tarihsel geçmişini ve milli değerlerini bir bir hayata geçirirken, ülkeyi karıştıran ne kadar mason derneği, kilise, tekke ve tarikat varsa hepsini kapatmış, bir kısmını sınır dışı etmiştir.
İslam’ı bir bilim dalı haline getirecek Din İşleri Yüksek İlim Teşkilatı - Diyanet’i kurmuş, halkın nüfus kağıdına “Dini: İslam” ibaresini yazdırmıştır.
Hal böyle olunca bazı kimseler kudurmuş ve her koldan saldırmaya başlamıştır.
Peki kim bunlar?
752’deki Emevî Komutan Ebu Kutubî’den başlayalım mı?
Saray haremlerinde ne idüğü belirsiz cariyelerden doğan padişah çocuklarını da hesaba katalım mı?
İngiliz ve Yunan işgallerinde erkeklerimizi katledip kadınlarımıza tecavüz eden şerefsizleri de mi söyleyelim?
İşte bu yüzden, tecavüze uğrayan kadınlarımızı kınayamadığımız gibi, bunlardan doğan çocuklara ve onların günümüzdeki torunlarına da kızamıyoruz.
Uzun lafın kısası; bu kadar tarihi bilgiden sonra ben şahsen Cumhuriyet’e, Türk’e ve Atatürk’e kızanlara kızamıyorum!
“Kandır çeker,” demişler.