İlkbahar aylarında evlenmişler. Güneşli bir sonbahar günü, köyün başındaki ormanlara iftara kadar hem zaman geçirmek hem de mantar toplamak için gitmişler. Boyalık denilen mevkide cuncula mantarı toplamışlar. Yeni gelin hamile olduğu için yürümekte güçlük çekiyormuş. Hamile kadın, önde sırtında tek kırma tüfeği ile giden eşine , “Hadi beni de çek, çıkamıyorum” diyerek tüfeğin namlusuna tutunmasıyla tüfeğin patlaması aynı anda olmuş. Yere yığılan hamile eşinin feryatları ile şaşkına dönen genç adam, şaşkınlığını atar atmaz, karısını sırtına bindirip tepeye kadar çıkarmış ama daha faza gidememiş. Acılar içinde kıvranan eşinin ormanda bırakıp koşarak köye gelmiş ve aile büyüklerinden yardım istemiş. Aile ellerinde battaniye, olay yerine koşarken genç damadı da Domaniç’e araba bulması için göndermişler. Muratlı’dan koşarak 7 kilometre ötedeki Domaniç’e giden damat, saatler sonra Yörük Selim’in cipi ile köye geldiğinde, yaralı hamile eşi de battaniye ile 3 kilometre uzaklıktaki Boyalık ormanlarından köye indirilmiş.
Olayın olduğu 1970’li yıllarda köyümüzün yolu yoktu. Araç girmezdi. Köyümüzde tek bir motorize vasıta da yoktu…
Büyük halamın oğlu Mehmet Abim ile evli olan küçük amcamın kızı Fatma ablam, şakalaşırken hamile haliyle vurulmuş, göbeğine kuş saçmaları girmiş kanlar içinde köye getirilmişti.
Olayın olduğu yıllarda 4 yaşımdaydım hayal meyal hatırlıyorum. Ne kadar akraba varsa toplanmış köylüler koşuşturuyor feryatlar kaya başından yankılanıyordu. Yolda, Hasan Amcam, “Kızım su vereyim su iç” demiş. Fatma ablam saatine bakmış, “Baba daha iftara 20 dakika var. Dayanırım” diyerek orucunu bozmak istememiş.
Hayatımda gördüğüm ilk ve en acı cenazemizdi… Yıllarca konuşuldu, konuşuluyor. Basit birkaç saçma yarası ile kan kaybından ölen hamile ablamın hikayesi…
Sonraki yıllarda, ninelerim, dedelerim, amcalarım, halalarım, teyzem, dayım ve eşleri…. Çember daraldı, daraldı, daraldı, Babam da vefat etti.
Yaş 57. Kaç akrabamı, yakınımı, komşumu, dostumu, arkadaşımı gömdüm bilmiyorum. Ama herhâlde yüzlercedir.
Fatma ablam öldüğünde herhâlde 17 - 18 yaşındamıştır. Sonra 43 yaşında bir akrabam öldü. İbiş lakaplı İbrahim abim, hastanede ameliyat masasında kaldığında üç çocuğundan biri evli biri ergen biri ise küçücüktü. Hayatımda gördüğüm en kalabalık cenaze töreniydi. 47 - 48 sene oluyor hala İbrahim abi anılırken hepimiz ağlarız. Sülalemizin barış elçisi, iyilik meleğiydi.
Yeryüzünde öleceğini bilerek yaşayan tek canlı insan derler. Hepimiz öleceğimizi biliriz. Hepimiz onlarca, yüzlerce yakınını toprağa vermiş çok acılar çekmiş, çok göz yaşları dökmüşüzdür. Hepimiz yaşayarak öğrenmişizdir ki yaşadıkça daha çok yakınımız ölecek, geriye sadece ‘anıları’ kalacak…
Kimi iyi kimi kötü. Kiminin arkasından üzülmeyeceğiz bile, kimini kısa süre sonra unutacağız. Kimi ise yıllarca yüreğimizde yaşayacak. Hasretle, özlemle, gözyaşları ile anacak, yeni nesillere anlatarak aktaracağız.
Peki sen, bu yazıyı okuyan, sen en son hangi yakınını gömdün kara toprağa? Ne kadar üzüldün arkasından? Merhumu nasıl hatırlarsın ya da hatırlayacaksın?
Peki sen ölünce ne diyecek arkada kalanlar? “Bozguncuydu, menfaatçiydi, şucuydu bucuydu bu yüzden kırıcıydı, bölücüydü, dargındık, kırgındık” mı diyecekler. Yoksa yüzlerce yıl iyiliklerinle mi anılacaksın? Ne diyor vicdanın?
Sen ailen, akrabaların, köyün, memleketin için ne yaptın!