Öyle bir vaziyetteyiz ki “ekonomi” denilince neredeyse istifrağ edesimiz geliyor. Para mevzusuna hiç değinmeyelim. Asabımız bozuluyor çünkü. Para. Çok sıkıntı verecek bir kelime olmamalıydı aslında. “Arap” kelimesinin sağdan sola okunuşu.

Anadolu paranın icat olunduğu coğrafya. Ziyadesiyle bereketli bir diyar. Burada, yani Anadolu’da birlik oluşturmuş bir devletin fakir olması aslında ilmen mümkün değildir. Eğer Anadolu birliğini sağlamış bir devletin vatandaşları yoksulluk yaşıyorsa bu yönetimsel bir arıza olduğunun kanıtıdır.

Ekonomi ile ilgili bazı temel kaideler ile zihnimizi tazelemek aslında yarın yaşanabilecekler hakkında bizlere fikir verebilir. Öncelikle en güncel konularımıza bakalım: “faiz”… Hükümetimizin düşman ilan ettiği kavram. Evet, hükümet tarifleyemediği kelimelerle çekişiyor. Bu ayrı bir mevzu. Ancak nedir faiz? Faiz “fahiş fiyat dengeleme oranı” demektir. Şimdi efendim A kişisi B kişisinden 10 Lira borç alıyor. A kişisi bunu 10 yıl sonra geri ödeyecek. Ve ancak 10 sene sonra para aynı değeri temsil etmeyecektir. Paranın doğal akışı zamanla değer kaybetme üzerine kuruludur aslında. Çünkü nüfus arttıkça ve devlet kişi başına para bastıkça piyasadaki para miktarı artacaktır. Daha fazla olanın ise değeri azalır. Güçlü devletler paralarının değerini yıllar karşında dengeli tutabilmek için ulusal dev projelerle uluslararası prestij oluştururlar. Ay’a giderler, robot, uçak gemisi yaparlar falan… Ancak yinede artan nüfusta, paranın değeri düşme eğilimi sergiler. Bu yüzden A kişisi B kişisinden borç aldığında B kişisi geri ödemeyi 12 Lira olarak ister. İşte bu faiz değildir. Bu doğal dengeleyici adil orandır. Bu oranın ne olduğunu bilmenin yolu ise devletin istatistik tutumuna odaklıdır. Ancak milli ekonominin beşte ikisinin kayıt dışı olduğu bir ülkede bu oran hakkında sağlam veri toplamak imkansızdır.

Evet, maşallah inancı sağlam vatandaşı en bol memleketlerden biri olmamıza rağmen ve Hz. Peygamber “Yaptığınız alış-verişin kaydını yazın.” Hadis buyurmasına rağmen Türkiye’de ulusal ekonominin beşte ikisi kayıt dışı. Gayri meşru yani. Kayıt dışı, hiçbir hükümetin müdahale edemediği temel ekonomik problemimizdir. İnkar etmek, hakkında yalanlara gark olmak bizi kurtarmaz. Paramızın kaydını tutmalıyız. O kadar.

Bunun yanında “faiz” kelimesi ile “doğal değer dalgalanması dengeleyici sigorta oranı” arasındaki fark anlaşılmalı. B kişisi geri ödeme olarak 25 Lira isteseydi; bu faiz olurdu. Çünkü bu fahiş.

Faiz dışında bir diğer güncel ekonomik derdimiz ise döviz hakkında. Türk Lirası’nın döviz karşısında fiyatını indirdikçe indirmesi. Peki bu niye oluyor? Devlet bu konuda kontrolü yitirmiş vaziyette mi? Ya da tam tersi mi?

Efendim hadise şudur: Devletin elinde 300 Lira ve 100 Dolar vardır. 100 Dolar 200 Lira’dır. Bu anda devlet iç piyasadan borçlanma yapar ve Türkiye’nin sanayisinden, yatırımcısından, bankasından borç alır. Toplam 500 Lira borç alır. Borç ödeme tarihi geldiğinde elindeki 100 Dolar’ın Lira karşısındaki değerini şişirir. Böylece 100 Dolar olur 700 Lira. Bu vesile ile iç borç rahatça ödenir. Durum budur.

“Peki o zaman devlet vatandaşını dolandırmış olmuyor mu?” Tam değil, birçok devletin başvurduğu bir rutin ekonomik uygulama bu. “Cidden mi?” Evet, çürüyen neredeyse her hükümet bunu yapar.

Milli paramız Türk Lirası’nı en yıpratan algı ulusal ekonomimizi Dolar ile tarif ettiğimizde olur. Son genel seçimlerde iktidar ve muhalefet yaptıkları/yapacakları yatırımları Dolar ile anlatır oldular. Bu çok sağlıksız bir ortamdır.

Şunu unutmamak gerekir: Ekmeğin fiyatı 1 Lira’dan 5 Lira’ya çıktığında zenginin akşam yemeği 5.000’den 50.000’e çıkar.