Adam ormanda gezerken kelebek kozalarını gördü. Kelebekler bir bir kozalarından çıkıyor ama çıkmak için çok büyük çabalar harcıyorlardı. Oturup bir kozayı incelemeye başladı… Kelebek kozaya küçük bir delik açmış, sonra beklemeye başlamıştı. Sonra deliği birazcık büyütüp tekrar beklemeye başladı. Öyle ya küçücük yavrucağını ne gücü olsun ki. Çok zorlanıyor, yoruluyor, dinleniyor sonra kozadan çıkmak için yeniden mücadele başlıyordu. Doğa ana çok acımasızdı. Bir kozadan çıkmak bu kadarda zor olmamalıydı. Hemen kolları sıvadı ve kozadan kelebeğin çabucak çıkmasına yardım etti. Deliği genişletti ve kelebek kozadan çıktı.  Çıktı ama kanatları açılmıyordu. Kelebek uçamıyordu…

Ve kelebek uçamadan öldü !

Hikâyeyi biliyorsunuz. Güzeler güzeli kelebekler, güçlükle kozadan çıkarlar ama ömürleri de çok kısadır. Kelebekleri bu kadar güzel yapan ve o incecik kanatlarla uçmasını sağlayan güç, kozadan çıkış sürecinde verdikleri mücadele sürecinden kaynaklanır. 


Dünyanın en güçlü insanları hep güçlüklerden gelen insanlardır. En iyi futbolcu, en iyi doktor, en iyi siyasetçi, en iyi iş adamı… Meslek, kariyer ne olursa olsun arkasında bir kelebek hikayesi vardır. 


Yavrum, kuzumla el bebek gül bebek büyütülen çocuklar nazik olur, anne şefkatiyle, baba parası ile büyür, doktor ilaçları ile bir süre ayakta kalır. Pısırıktır korkaktır, elinden bir iş gelmez. Arkasındaki güç bittiği anda yere çakılır. Toplumun en altlarına kadar düşer ve yok olur. 
Almanlar bir diktatörün peşine düştüler, yıllarca savaştılar. Sonra aç kaldılar, açıkta kaldılar. Bir lokma ekmek için 16 saat çalıştılar. Bu sıkıntıları refah süresinde bile unutmadılar. Asla israf etmediler. Pazardan domatesi taneyle aldılar. Çaylar benden demediler. Derin dondurucu alıp içini doldurmadılar. Anlık ihtiyaçlarını karşılayıp yollarına devam ettiler. Almanlar evinde avize kullanmaz, lüzumsuz ışık yakmaz, suyu boşuna akıtmaz, beş on kilometrelik iş yerlerine arabaları ile gitmezler. Ne olur ne olmaz diye aman yine aç kalmayalım diye sürekli geleceklerini garanti altında tutarlar. Sürekli araştırır, çalışır, üretir, kazandığı ile karnını doyurur, artırdığı ile dünyayı gezerler.
Çinliler yıllarca aç kalmışlar. Ne bulurlarsa yemeleri ondandır. Çok acılar, çileler, yoksulluklar çekmişlerdir. Acılardan, yokluklardan, zorluklardan edindikleri tecrübeleri rehberleri olmuş. Yayılmacı, katliamcı, faşist Amerika’ya boyun eğmedikleri için bir başka çilekeş ülke de Japonya’dır. Bir avuç vatanseveri yenemeyen koca Amerika ‘çapulculara’ yenilince Hiroşima kentine attığı atom bombası ile bir ülkeyi yerle bir eder. Japonya artık bir koza, içindekilerde kelebeklerdir. Japonlar zor günleri aşar ve bu günlere gelir. 


Örnek verdiğimiz üç ülkede dünyamızın farklı coğrafyalarında çektikleri acılardan ders alarak bir dünya devi olmuş ülkelerdir. 
Çekilen acılardan ders alan, zorluğu kendine antrenman gören, haksızlık karşısında boyun eğmeyen bu halklar, haline şükreden, boyun eğen, miskin, refahı, cenneti ölümden sonra hak ettiğine inanan toplum olsalardı ya günümüzde yok olurlardı ya da bazı ülkeler gibi yıllarca kalkınmakta olan ülkeler kategorisinde olurlardı. 


Biz, binlerce yıldır var olan ve 15 devleti batırmış bir milletiz. 16.sını daha dün kurduk. Çok acılar, yoksulluklar çektik ama yine ders almadık. Kurucusuna küfredenlerin sayısı günden güne artıyor. Tam batarken biri gelip bizi kozamızdan çıkarıveriyor. Atatürk diyor ki, “Eğer ülkeni kurtaracak bir lider beklemekteysen, ben size hiçbir şey öğretememişim demektir.”  Başkalarından iş aş bekliyorsan. Ben de varım diyemiyorsan. Kelebek gibi kozadan yardımla çıkıyorsan uçamadan ölmeye mahkumsun !