Atalarımız, “Bir Musibet Bin Nasihatten Yeğdir” diyerek noktayı koymuşlar aslında ama yetmemiş bir de hakaret edercesine, biz burada açıkça yazamayacağız ama siz anlarsınız. Mealen “İş bittikten sonra kapı dayaklamak” diye bir tabirimiz de var bizim.
Bir mesleği iki şekilde icra edersin. Ya Allah vergisi bir meziyetin vardır alaylısındır, tecrübe ve yetenek konuşur. Ya da mesleğin okulunu okumuş mekteplisindir.
Ben, 33 yıldan beri kendi çapımda gazetecilik yapan bir alaylıyım. Allah'ın verdiği meziyetle, mesleğin getirdiği tecrübeyle, okuduğum yüzlerce kitapla ve artık yaş itibarıyla belli bir önsezi kabiliyetine de ulaştım. Elbette bilmediklerim bildiklerimden daha çoktur. Elbette eksiğim, artımdan daha fazladır. Ama Allah'a şükür güçlü bir önseziye, iyi bir öngörü kabiliyetine sahibim.
Gidişat kötü, israf hat safhada, düğünlerimiz 3 gün ila bir hafta sürüyor. Düğünlerde içki dağıtmayalım, silah atmayalım, 3 gün milletin karnını doyurmayalım. Paramızı, “el alem ne der” diye değil evlenecek çocuklarımızın geleceğine yatıralım deyince, başta bazı esnaflarımız olmak üzere gelenekçilerimiz kızmıştı. Ancak düğünden sonra gelinle damat borç ödemek için ilçeden göç edip müşteriyi kaybedince akılları başlarına geldi. Dün bize kızanlar bugün düğünler yarım gün olsun yeter ki gençler burada kalsın demeye başladılar.
On binlerce yıllık Türk geleneklerinden kopmuş sözde İslami töreye göre cenazelerimizi gömüyormuşuz. Oysa bu cenaze törenleri Kuran'a da ters. Yemekler, ölüyü günahlarından affettirme ayinleri masraf üstüne masraf yapmayın diye yazdıkça hakaret edenler arşivimizi baya doldurdu. Yıllar sonra köylerde kararlar alınıyor, cenaze masrafları eleştiriliyor, kaldırılıyor. GÜNAYDIN diyesim geliyor bazılarına arşivden dün söylediklerini çıkarıp yüzüne çarpasın geliyor.
Göçün sebebi ekmek parası değil özgürlük kaçışı, evlenen gençlerimizi özgür bırakın Türk töresine uygun olarak onlara ev yapıp ayırın dediğimizde kimse tınlamadı.
Şimdi elde kalan gençler evlenmeden önce ev aramaya başladılar. Gidenler gitti köyler mahsun tarlalar boş, köyde işinin ağası olacakken, İnegöl de el kapılarında üstlerinden patronlarından emir bekliyorlar. Ne olurdu bölünmüş tarlaları toplasaydık. Gücümüzü birleştirseydik…
Doğanın içinde hava kirliliği yok, stres yok ama halkımız kanserden ölüyor. Sularımız arsenikli, dedik diye gazetemizi önce toplatıp sonra yalvar yakar özür dileyen kaymakamı alkışlayanlar da yaylalarda neden kanser olduklarını düşünmeden bize saldırdılar.
Hala bizi kanser yapan suları içmeye devam ediyor, çözüm olacak iki gölet için kılımızı kıpırdatmıyoruz. Kıvrım kıvrım Domaniç-Tavşanlı yolunu eleştirdikçe muhaliflikle, hainlikle suçlandık. Bitmeyen yolun biten yerlerinde bile kazaların ardı arkası kesilmiyor.
Biz dağ yolunu güvenli hale getirelim, şerit sayısını artıralım dedikçe, olmayacak tünel ile işi sulandıran, olmayacak duaya âmin diyenlere, tünel olacaksa bile o güne kadar heyelanlı bölge çöker, şuralara çare bulalım dedikçe, alay ettiler. Özellikle İnegöl'e ucuz işçi taşıyan bazı işgüzarların kışkırtmasıyla işitmediğimiz laf kalmadı. Heyelanlı bölgede her yıl bu mevsimde düşen taşların kütlesi her yıl artıyor. Eyvah dememiz an meselesi. Daha yenice şahit olduk. Bizim uyarı haberimizin yayınlandığı gün taşlar düştü.
Kömür fiyatları artacak, önlem alıp karşı çıkalım dediğimizde yandaşın saldırısını gördünüz ama sustunuz. Sonuç, bir yıl için de 700 liradan 4 bin liraya çıktı kömür. O da bulabilirsen.
Keşke sakalım olsa lafımız birazcık dinlenseydi de kapı dayaklamak zorunda kalmasaydık. Trafik kazalarında ölenlerin arkasından, gurbete göçenlerin arkasından ağlamasaydık. İtiraz edip direnseydik te kömürsüz kalmasaydık. Ya da bu kadar kazık yemeseydik… Ah olmayan sakallarım ah !