Domaniç davasına gönül vermiş dava insanlarıyla birlikte Domaniç adına bir sorumluluk yüklendiğimize inanıyorum. Domaniç’i aydınlığa kavuşturmak, Domaniç’in ilerlemesine, büyümesine engel olan  prangalardan kurtarmak için elimizi taşın altına koyuyor ve yıllardır Domaniç’i karanlıklardan aydınlığa çıkarma mücadelesi veriyoruz. Bu Domaniç davasının siyasi bir tarafı yok. Olmamalıda, o dava adamlarında hiçte olmadı zaten.

Bu Domaniç davasının neferleri birçok sıkıntılara maruz kalıyor ama yılmıyoruz. Merhum Nazım Hikmet’in dediği gibi: “Ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…” diyoruz ve kendimizi Domaniç’e adayarak mücadelemize de devam ediyoruz. 

Belki gün geliyor bir kenara itilip bütün olumsuzlukların sorumlusu oluyoruz. Bu belkide bizleri İnanmışlık noltasında dahada pekiştiriyor. Özellikle Domaniç tarihi ve Kültürü noktasında Dava adamı olmak, sadece birkaç dava adamıyla mücadele etmek  zor. Dolayısıyla dava adamı olma iddiasının bir sonucu olarak bu mücadelede haliyle yolumuza engeller çıkıyor, haklı haksız eleştirilere maruz kalıyoruz.

Bu haksız eleştiriler muhakkak olacak tabikide. Ama zaman herşeyin ilacıdır. Bu dünyada haklı haksız karışsada ilahi adalet muhakkak tecelli edecektir.

Bu hafta Domaniçli tuzu kuru , keyfi zevkine denk, Domaniç için yanmayı bırakın elini taşın altına bile sokmaya cesaret edemeyen  eleştirmenlerin (!) yerli yersiz eleştirileri  üzerine bir şeyler yazmak istiyorum.

Domaniç adına hizmet etmiş birisine teşekkür ettiğim zaman veya Domaniç’e hizmet etmeyen, hak-hukuk tanımayanları eleştirdiğim zaman; zorla suya bastırılan bir şambrel (iç lastiğin şişik hali) gibi iki de bir zıplayan  eleştiriler mutlaka alıyorum.  Ama yapıcı eleştiriler değil. Teşekkür ettiklerimle ilgili “yandaş” damgası yiyorum, eleştirdiklerimle ilgili ise “o şahısla/kurumla ne alıp veremediğin var Allah aşkına?”  yollu bir soruya muhatap oluyorum. Bunun üzerine bir hayli düşünüyorum. “Yandaş” ithamından yola çıkarak: Banka hesaplarımı, yatırımlarımı, malımı-mülkümü, imkanlarımı gözden geçiriyorum; bakıyorum bir aksaklık söz konusu değil! Şahsıma yapılan “eleştirmen” ithamından yola çıkarak kendi kendime soruyorum: “O şahsın koltuğunda gözüm olduğu için eleştirmiş olabilir miyim?”  Sizin anlayacağınız saygıdeğer okurlarım sözün özü şu: Ne Musa’ya yarıyorum, Ne de İsa’ya!

Saçmalama hakkına büyük saygım var, en lezzetli özgürlük odur. Dolayısıyla böyle “karga kovalamaktan mısır yemeye fırsat bulamamış bostan bekçilerinin” inci taneli (!) sözcüklerini kınamayı lüzumsuz buluyorum. Bizi bilen biliyor elhasılı kelam!

Bir nasihat: “Toptan övmek ve toptan yermek ( bir insanın hiçbir iyi yanını veya kötü yanını görmemek) eleştiri değil, bir siyah-beyaz darlığıdır. Amacına uygun sonuçlar da vermez. Toptan övmek övülene zarar verdiği gibi toptan yermek de yerilene avantaj kazandırır. Siyah-beyaz darlığında, değerlendirme düşüncesi ve emeği yoktur ve bundan dolayıdır ki böyle bir darlık saygıyı getirmez. Memnun olan bile saygı duymaz , fazla önemsemez. Çatmak, sataşmak, küçültmek, kötülemek, eleştirmek değildir, sadece aleyhinde bulunmaktır.”

Domaniç’teki bazı tuzu kuru insanların en büyük sıkıntısı “Ya ben gibi düşünüp hep beni destekleyeceksin, beni asla eleştirmeyecek, beni hep haklı bulacaksın!” ya da “Hep karşımda düşmanım olacaksın!” mantığıdır.  “Karşı tarafın asla iyi olmadığı ve her yapılan işte hata kusur olduğu, iyi gibi görünse de ardında mutlaka bir bit yeniği olduğu” düşüncesidir. Dolayısıyla bu Domaniç’in elit beyaz Türklerinde “Sezar’ın hakkı Sezar’a” gibi evrensel bir mantık ta olmaz. B bu yazımı lütfen ama lütfen şahsi olarak algılamayın. Domaniç davasına gönül vermiş bütün dava erleri için yazıyorum.

Domaniç düze çıkacak ise birileri yanmalı. Ve biz Domaniç için yanmaya hazırız. Geçtiğimiz hafta 5 Eylül'dü. Osmanlının ilk Yurdu Domaniç'in düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümüydü. Kurtuluş savaşında şehit olmuşlarımıza rahmet diliyorum. Minnettarız. Kutlu olsun. Kalın sağlıcakla.