Yaşayacaklarımızın yanında kısa kalabileceğini hayâl ettiğimiz ve ancak oldukça uzun sayılabilecek bir hikaye bu.

Yaklaşık 40 sene evvel T.C. voleybol sporuna yapıcı ilgi göstermeye başladı. Voleybol yalnızca bir kadın sporu değildi. Yine de özellikle genç kızlarımızın katılma eğilimi gösterebileceği bir takım sporu olarak ideal görünüyordu. Bunun olabilmesi için altyapı gerekiyordu, bunun olabilmesi için bu branşın özendirici olması gerekiyordu. Yani hem yatırım, hem sabır, hem de başarı gerekiyordu. Kızlarımızı madde ve alkole sürüklenmek ya da bir şeyhin kapatması olmak gibi tehlikelerden koruyacak bir kaleydi voleybol.

Türkiye’deki tüm liseleri kapsayan voleybol turnuvalarının düzenlenmesi bir merhale idi. Bu turnuvaların kazananlarının uluslararası turnuvalarda Türkiye’yi temsil etmeleri, ve kupalar/madalyalarla eve dönmeleri başka bir merhale idi. Türkiye genelinde voleybol konusunda öncü okullar ortaya çıkmıştı: Üsküdar Kız, Üsküdar Cumhuriyet, Etiler, Kabataş, Adana Karataş, Arel, Galatasaray Liseleri. Bu okulların formasını taşıyan öğrenciler gencecik yaşlarda sadece Türkiye çapında değil, ayrıca uluslararası turnuvalarda boy gösteriyorlardı. Bu kuşak için başarı çıtası yüksek bir ulusal voleybol ligi gerekiyordu. Bunun için ise yatırım gerekiyordu.

Türk üreticisi konuya ilgisiz kalmadı. Aradan geçen 40 yıl boyunca Arçelik, Güneş Sigorta, Eczacıbaşı, Vakıfbank gibi dev cüsseli firmalar Türk Voleybolu’na direkt olarak ve aralıksız destek sundular. Bunların sonucunda güzide klüplerimiz uluslararası turnuvalarda başarıdan başarıya koşar oldular. Gerçekten her şey yolunda gidiyordu. Çabanın, çalışmanın, inanç ve güvenin meyveleri toplanıyordu.

Ve A Milli Kadın Voleybol Takımımız… Önce yarı finalden aşağıya inmez olduk. Sonra olağan finalist olduk. Ardından ise bugünlere geldik. Dünya Milletler Ligi Şampiyonu ve Avrupa Şampiyonu olduk. Genç kızlarımızın, parçası olmak rüyasını düşleyecekleri bir Türk A Milli Kadın Voleybol Takımımız oldu.

Prenses edalı cimcime kızlarımız yalnızca sportif başarı açısından değil, kişilik özellikleri ve ekran portreleriyle de kalpleri fethediyor. Maç içindeki hâl, tavır ve mimikleri izleyeni etkileyen bir samimiyet barındırıyor.

Türk Kadın Milli Voleybol Takımı’nı izleyen Brezilyalı “Türkler’in kızları böyle ise hiçbir şeyden şikayet etmemeleri gerekir.” diyebiliyor.

Avrupa Şampiyonluğu küresel çapta bir milli başarı. Şu anki tabloda Dünya’da voleybol konusunda durum şu: Amerika’da ABD ipi göğüslüyor. Asya’da Çin voleybolun tartışmasız otoritesi. Avrupa’da ise bu unvan Türkiye’de. Anlayabiliyor muyuz? Voleybol her kitleye açık bir spor olmasının yanında oldukça elit bir spor. Tabiri caiz ise; güçlü ve gelişmişlerin sporu voleybol. Dünya’nın en önde gelen iki ülkesi ABD ve Çin ile aynı potada olduğumuz bir mecra oluşturabilmemiz haklı bir milli övünç kaynağıdır. Çin ve ABD’nin “1 numara” olmayı bu kadar arzuladığı bir dalda Türkiye olarak tekel oluşturur çapta güçlü olabilmemiz hepimizi gerçekten mutlu ediyor.

Brüksel’de tribünleri dolduran on binlerce Türk taraftarın ve tabii ki Şampiyon Takımımız’ın çağdaş, örnek, dürüst, azimli, özverili ve dostane duruşu geleceğimiz hakkında hepimizi ümitlendirdi.

Vargas’ın çapraz uçarak ve sanki topla havada dans edermişçesine vurduğu smaç mı dersin, rakibin smacını manşetlerken yere düşüp hemen ardından ayaklanıp aynı hücum esnasında smaca kalkıp sayı yazan Ebrar mı dersin… Hepsi bayrağımızı tamamen gönül ferahlığı ile emanet ettiğimiz, yıldız ışığı saçan güzel insanlar.

T.C. bu başarıları anlatan hatıra para ve pulu düşünüyordur diye tahmin ediyorum.

New York Times’da bu başarı öyküsü oldukça uzun bir makale ile anlatıldı.

Paris’te salonları ağzına kadar dolduracak Avrupalı Türkler’in de desteğiyle Olimpiyatlar’da rekorları alt-üst etmeye aday bir takımımız var.