Domaniç’in en güçlü lobisi “OLMAZCILAR” lobisidir.
İkinci sırada ise “BEN YAPTIM”cılar vardır. Bu iki kesim arasında bir de miskinler ekibi vardır. Tepkisiz, etkisiz… Sevinmez, üzülmez, gülmez, ağlamaz, konuşmaz, alkışlamaz. Tenis maçı seyreder gibi kafalar bir sağa bir sola sadece olanları izler.

Eskiden, “Ağzı olan konuşuyor” diye bir reklam repliği vardı. İşte bunların ağzı var ama konuşmuyorlardı.

Günümüzde sosyal medya var. Dünyada en çok Türklerin kullandığı sosyal medyada kimler var? Filozoflar, bilim adamları, din adamları, psikolog, sosyolog… Aklına ne gelirse var. Sosyal medya diploma sormuyor, liyakat sormuyor. Mevlana gibi mübarek! “Gel” diyor; kim olursan ol, ne olursan ol yeter ki gel.

Kim din âlimi, kim siyasetçi, kim gazeteci, kim kimin nesi belli değil. Sadece beğeni almak için ölenleri yakınıymış gibi paylaşanlar, “çal-yapıştır” mantığıyla “Hayırlı Cumalar” paylaşımı yapanlar var. Bu etkisiz ve tepkisiz kesim bunları da görüyor ama tek bir tık atmıyor. İyiyi kötüden, güzeli çirkinden, gerçeği yalandan, suçluyu suçsuzdan ayıramamak kötü… Olan bitene sessiz kalmak ise çok ama çok daha kötü!

Ağzı olanın konuştuğu eski Domaniç’te “OLMAZCI” lobisi; “Domaniç’in bir havası, bir suyu, bir de dağı var” diye doğduğu ilçeyi küçümser, “Burada bir şey olmaz” diye şeytani aklını akılsızlara aşılamaya çalışırdı.

İyi olan her şeyi “BEN YAPTIM” lobicileri ise kahve köşelerinde etkisiz ve sessiz kesimi etrafına toplar; şu okulu, bu yolları, Domaniç’e ilk mandalinayı, muzu ben getirdim diye böbürlenirdi. Karşısındakiler kendisini bu muhteşem başarılarından dolayı alkışlamasa bile, en azından “Yalan söylüyorsun, atıyorsun” diye bozmayacaklarını bildiğinden, asar keser kendi kendini tatmin ederdi.

Günümüzde artık her şey daha kolay. Cep telefonun varsa, internetin varsa, Google amcaya sor; din adamı ol, haberci ol, âlim ol, zalim ol… Nasıl olsa seni yalanlayacak, gerçeği yüzüne söyleyecek biri çıkmayacak.

Varmak istediğimiz mevzu şu dostlar: Alay ettiğimiz, küçümsediğimiz ya da küçümseyenlere ses çıkarmadığımız dağlarımız, havamız, suyumuz bize küsüyor. Doğa; kıymetini bilmeyenleri, bilip de ses çıkarmayanları cezalandırıyor!

Son yıllarda karsız kış, yağmursuz bahar, sıcak yazlar derken; yanan ormanlarımızla beraber hızla çölleşiyoruz. Altında üç beş yıllık maden var diye, bu madenleri üç beş kişi yesin, üç beş kişiye de iş versin diye üstünde milyonlarca yıl, milyarlarca kişiye ekmek verecek doğamızı katlediyoruz. Daha kötüsü, katledenlere ses çıkarmıyoruz!

Duymuşsunuzdur: “YARDIM ALAN, EMİR ALIR” derler. Aç karnımızı doyurmak için bağımsızlığımızdan vazgeçersek; emeğimizle kazanmak yerine yardımlarla beslenmek zorunda kalırsak, besili hayvanlar gibi mezbahaneye gittiğimizi fark etmeden kesilir gideriz. Gidiyoruz da…

Gidişatımız iyi değil dostlar.


Ya sahip çıkar kazanırız, ya da “boş ver” deyip kaybederiz. Bakın, alaya alaya Domaniç Dağlarını bile küstürdük!