Sâmi… Semavî… Bir Yaradan’a inanan, Hz. Adem ve Hz. Havva’dan olma olduğunu bilen kavimler tek sözcük ile böyle ifade edilir: Samiler.

Bu bağlamda Müslüman, Hristiyan ve Musevî olarak tek bir Allah’ın varlığına iman ederek bir ümmeti vücut ettiğimize kendini adayanlarımıza Semitik denilmektedir. İnsanların öcüleştirdiği, gülyabanileştirdiği Semitizm kelimesi gerçekten yaygın yanlış yargının iddia ettiği gibi “İsrail düşkünlüğü” müdür? Hemen söyleyeyim; Hayır. Kesinlikle hayır.

Güncel hayata bakınız. Türkiye’de işletmelerini kapayan tavukçu KFC ve pizzacı Pizza Hut hakkında “Semitist bunlar zaten! Defolsunlar!” diyenler oldu. Yahu ama kardeşim, birader, bacı; çok büyük yanlış yapıyorsun. Bu firmaların Amerikan oldukları doğru, tamam. Ve ancak bu firmalar antisemitik uygulamalarıyla nam salmışlardır. Ford’un kurucusu Henry Ford’un kökten bir antisemitik olduğunu ve Musevîler’den nefret ettiğini nasıl bilmezsin? Çizgi-filmleriyle yüzyılı aşkın süredir insanları eğlendiren Walt Disney firmasının tamamen antisemitik olduğunu herkes bilir. Örnekleri çoğaltmanın bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Burada anlatmaya çalıştığım: kimin semitik kimin antisemitik olduğunu anlamıyoruz. Semitik ne demektir tam bilmiyoruz. Ancak bazen bildiğimizin zıttı bizi doğruya yaklaştırır.

Bir Yaradan’a inanan kavimler: Müslümanlar, Hristiyanlar ve İbranîler… Bizler Samileriz. Semi biziz. Ve şu anda konumumuz şöyle: Dünya coğrafyasının büyük çoğunluğunda biz hüküm sürüyoruz. Ve ancak insanlık nüfusu ele alındığında nüfusumuzun azınlık olduğu görülmektedir. Sadece Çin ve Hindistan Dünya’daki toplam nüfusun yarısı zaten. Duruma ilahi perspektif ile bakar mısınız? Allah insanı yaratıyor ve insanların çoğu O’na inanmıyor. Trajedi gibi bir durum.

Peki vaziyet niye böyle? Çünkü bizler semitizmi yererek birbirimize saldırıp binlerce yıl birbirimizle savaştık. Basit tarihsel kronoloji matematiği ele alındığında 1200 yılında yapılan bir savaşta 40.000 kişi öldüğünde bunun 2020 yılına etkisi milyon kişi olabilmektedir. Tevrat, İncil ve Kuran-ı Kerim’in birbiri ile kardeşliği ve birbirine benzerliği ayrıştırıcılıklarından fazladır. Yani Müslüman, Hristiyan ve Musevî aslında özünde birbirine benzemektedir. Birbirlerine benzerlikleri farklılıklarından çoktur.

Semitizmin düşünsel olarak en çok sıkıştırıldığı konulardan biri Yaradılış ve evrimdir. Öcüleştirilmeye çalışılan diğer bir kavram da budur: evrim. Öncelikle evrimin ilahiyat ile çelişkili bir yaklaşım olduğu sabit fikrinden uzaklaşmalıyız. Evrim tek yönlü bir kavram olmayabilir. Yani Hz. Adem ve Hz. Havva’dan sonra insanların ilkelliğe evrilip daha sonra tekrar komplike yaşam biçimine evrilmiş olması bir ihtimal olabilir. Yani evrimin tek yönlü bir teori gibi görmemiz gerekmiyor. Şu anda belki de geri evriliyoruz. Tersi yönünde bir kanıt var mı? Gününün çoğunu ofis koltuğunda oturarak geçirip, günün geri kalanında arabada oturup, akşam ise ekran karşısında oturan beden nasıl ileriye evrilsin ki?

Bu mevzuya (evrim) ilahi bir bakış tabii ki var. Örneğin; Hz. Adem ve Hz. Havva Cennet bahçesi Aden’de diledikleri her şeyi yapabiliyorlardı. Bunları biliyorsunuz zaten. Yalnız şu detayı dikkatimizden kaçırmayalım lütfen; Hz. Adem Cennet’teki milyonlarca türden canlının herhangi birinin hayatının nasıl olduğunu bilmek istese, o mahlukatın bedenine sahip olması sayesinde bunu yapabilmesine bir engel yoktu. Hz. Adem Cennet’te bulunduğu zaman boyunca sayısız canlının vücutları içinde var olmuş olabilir. O balık olarak yüzmenin nasıl bir şey olduğunu bilebilir. Çünkü balık olmayı deneyimlemiş olabilir. O at olmanın ne tip bir duygu olduğunu bilebilir. Çünkü at olmak istediğinde at

olmuş olabilir. Beşeri hayat denilen gaile içinde Hz. Adem’in varlığını tattığı tüm canlılar fizyolojik bir mantık ile bağdaşan kronolojik bir dizilişe yerleştirilirler. Bu ilahi bir mucizedir. Evrim, insanevladını işte bu dizindeki canlıların son halkası yapmaktadır. Yani insan bakteriydi derken, denizanasıydı derken, balıktı derken, kertenkele idi derken, aslandı, kaplandı derken bunların hepsini -Hz. Adem Cennet’te bu mahlukatları yaşadığı için- milyonlarca yıllık dönencenin genetik yolculuğunda ve yani kalıtsal kimliğinde barındırmaktadır. Bu bir yaklaşım. Hz. Adem Aden’de bakteri olmuş ise, ve hemen sonra fil olmuş ise; dünyevi dizilimdeki evrimsel yapı balıktan direkt file geçmek yerine yüzbinlerce yıllık zamana yayılarak Hz. Adem’in diğer deneyimlediği canlıları araya yerleştirmektedir. Ve fakat en nihayetinde insanevladı hem bakteriyi, hem fili, hem börtü böcek, ağaç ve otu bünyesinde barındırır. Bu devran yüzbinlerce yıl sürebilir ve ancak yine de bakteri file varır/varmıştır. Bu bağlamda insanevladı Hz. Adem’in varlık hafızasının mirasını bünyesinde taşımış olur. Evrim kronolojidir. Hz. Adem’in Cennet’te varlığını tecrübe ettiği tüm mahlukat dünyevî hayatta belli bir zaman sıralamasına göre dizilerek belirir.

“Bunları hangi bilgiye dayanarak söylüyorsun?” diyebilene Hz. Adem’in Cennet’te neler yaptığını hayâl etmenin bir kabahat ya da hâd aşımı olmadığını hatırlatmak gerekebilir. Bununla beraber Allah’ın yaratmış olduğu her canlı ve her şeyde O’nun izinin bulunduğuna dair ifadeyi ileten Ayet işbu anlatının idrakini kolaylaştırabilir.

Evrim ile ilgili daha basitleştirilmiş bir argüman ise şöyle demektedir: Ağaç ağaca, böcek böceğe, kuş kuşa, balık balığa, insan insana evrilmiştir.

Füturist gerçekçilik imgesinde Âlem’in bir makine tasarımı olduğunu savunanlar var. Onlara göre Yaradan mekanik bir varlığa sahiptir. Tüm Evren’i yönetebilmeyi başaran, kusursuz işleyen bir mekanizma. Eğer bu tür düşüncelere kendilerini kaptıranlar var ise şunu diyebilirim: Hz. Havva ile Hz. Adem’in bizlerin prototipi olduğunu var sayabilirsiniz.

Evrim ilahiyata alternatif bir sıfat değildir. Evrim bir süreçtir. İnanç ise zamanın ötesindedir ve yeri geldiğinde ispatlanılamazı kabullenmektir. İlahiyat evrimi kapsar.

Kul imanının gücünü kanıtlamak için evrimle mücadeleye girmek zorunda değildir.

İnanç doğal idraktir. İnançsızlık okumazlık kaynaklı öz varlık tanıyamamazlığıdır.

Çoğu kişi okuma bilmez. Evet. ABD’nin Detroit şehrindekilerin %53’ü okuma-yazma bilmiyor. Yani biz bazen okuma seviyesinin çok düşük olmasını konu ediyoruz ve ancak şöyle bir gerçek var; çoğu kişi okuma bilmiyor ki! Liseden mezun olmuş. Eline bir metin aldığında bir sayfayı okuması çok uzun sürüyor. Sesli okumaya çalışırsa zırt pırt takılıyor. Bu okurken takılma olayını aşamamış kişi zaten okumayı bilmiyor demektir. Çünkü kendi kendinize sessizce bir kitap okurken gözünüz zırt pırt takılırsa okuduğunuzdan bir şey anlamazsınız. Ve çoğu kişinin durumu budur.

İnancı özgür düşünceyi sınırlayan bir pranga gibi görenler var. İnanç disiplindir. Pranga kadar olmasa da sınırlayıcıdır. Ve işte tam da bu metottur ki insanı gerçek hür zihniyete kavuşturur.

“Bize miras kalan kutsî bilgileri reddetmek bizi özgür kılacaktır” düşüncesi tasvip edilebilir değildir. Yüzmeyi öğrenene kadar suyun içinde özgür değilsindir. Yüzmek metodu öğretildiği zaman ise gerçekten suyun içinde hareket edebilmenin nasıl bir şey olduğunu anlar ve su hakkında farklı bir idrak taşımaya başlarsın. Mucizeleri anlatan öğretilerin oluşturduğu kuşku hissinin, mucizelerin doğal hayatın ve her anın parçası olduğunun farkındalığına uzanan bir duygu haline dönüşmesidir inanç. Mucizeler sen onları görsen de vardır, görmesen de. Mucizeyi mucize yapan anlaşılabilir olması değildir. Mucizeler her an vukuu bulur. Anlayanı olur, anlamayanı olur.

“Sen bu konular hakkında nasıl konuşma hakkına sahip oluyorsun?”

Hangi konu?

“İşte bu ilahi mevzular… Sen nasıl ve ne hâdle bunlar hakkında ahkâm kesiyorsun?”

Benim uzmanlık ve ihtisas alanım edebiyat.

“Yani?”

İlahiyat Kutsal Metinler’e dayanır. Yazılarak kayda alınmış Kitabet ‘in ilmî sanatının adı edebiyattır.

Senin gördüğünü senin gözünle Gören. Senin tattığını senin ağzınla Tadan. İşte O’dur Yaradan. Duyandır Yaradan. Yani Semi. Duyulmadı zannedileni duyar. Bilen O’dur.

Bütün Âlem, Evren, Devran trilyonlarca km genişliğinde muazzam bir yücelik barındırarak var olurken, bu dönencenin içinde bir insan suratının bir noktacık kadar bile olamayacağını bilirken, her insanın suratının karakteristik bir biçimde tasarlandığını görmek var oluşun ilahi bir izahat dışında idrakinin mümkün olamayacağını kanıtlayan sayısız örnekten biridir.

Biz Semitikler’i birbirimize düşürerek, birbirimize zarar vermek suretiyle zayıflatmaya çalışanlara prim vermememiz gerekir. Efendim, deniliyor ki; “Kur’an Müslüman olmayanlarla arkadaşlığı yasaklamıştır.” Eğer ki Müslüman arkadaşın ise, Hristiyan senin için daha farklı bir titre sahip olmalıdır. Öyle değil mi? Müslüman arkadaşınsa, Musevî ahbabın olsun mesela… Müslüman arkadaşınsa, Hristiyan hemşehrin olsun örneğin… Yani bunu gerici bir yaklaşım olarak görmemek gerek. Kutsal Kitap gayrimüslimler ile münasebeti yasaklamaz. Yasaklamamıştır. Eğer öyle olsaydı onları dinimize nasıl davet edebilirdik?

Efendim, deniliyor ki; “İlahi Savaş denen bir şey var. Kudüs’te savaş bitince Kıyamet kopacak!” Gel bir de buradan yak. “Ne?! Kutsal Kitaplar söylüyor bunu!” Ne diyor Kutsal Kitaplar? “Kudüs’te savaş sonlandığında Kıyamet kopacak diyor.” Savaş sadece uluslar ile uluslar arasında mıdır? İnsanın vicdanında şeytan ile Doğru’nun yaşadığı amansız çatışma savaş değil de nedir? Ayrıca bu Kıyamet’in kötülenmesidir. Mahşer Günü’nün bir kıyım vaktiymiş gibi tanıtılması da başka bir saçmalık. Lütfen biraz rasyonel olalım: Kutsal Kitaplar; Tevrat, İncil ve Kur’an çoğu kez savaşlardan bahseder. Yaşanmış savaşlardan, yaşanan savaşlardan ve yaşanacak savaşlardan. Biliyorum; bunlar çok ilgi çekiyor. Ve ancak aynı Kutsal Kitaplar’ın dostluk, barış, sükunet hakkında ki Ayetleri’ni görmezden gelmek adaletsiz bir yaklaşım olmaz mı? “Öyleyse Kutsal Kitaplar kendileri ile çelişkide değil mi?” Kim değil? Tabiat bile bazen kendi iradesinin zıddında hareket etmek zorunda kalıyor. Çelişki doğaldır. Kutsal Metinler’in birbiriyle tamamen ters yapıda insanlar için vahiy edildiğini unutmamak gerekir. Herkes için doğru ve doğrular barındırabilen anlatılardır Kutsal Kitaplar. Ayrıca okuyanına seçenekler sunarlar. 20 yaşındayken okunan Ayet hakkında hissettiğimiz ile 70 yaşındayken aynı Ayet’i okuduğumuzda hissettiğimiz arasında farklılık oluşabilecektir. 16 yaşındayken “körpe ve taptaze huriler” anlatısını heyecan ve heves içinde okurken aynı Ayet 30 yıl sonra aynı anlamı taşımayabilecektir. Kutsal Kitaplar’ın sadece sizin için değil, herkes için olduğunu hatırda tutmak elzemdir. Kitab’ı 12 yaşında ergen de okuyacak, 80 yaşında profesör de. Kitab’ın ne zaman, kime hitap ettiğini anlamak düşünüldüğü kadar zor değildir aslında.

İnanmak bir şeyin doğru olup olmadığını tam olarak bilmemeye rağmen güvenmektir. 15 yaşındaki çocuk gece saat 10’da eve geldi ve gün boyunca ne yaptığını anlattı. İnanmak, inanmamak böyle bir durumdur. Bilmezsin, ve ancak inanırsın. İşte Eski-Yeni Ahit ve Kur’an-ı Kerim’de kişiliğinin ideallerini zorlayan Ayetler gördüğünde birey, itaatin inancının en önemli unsurlarından biri olduğunu aklından çıkarmamalıdır.

Bu beyanın özünden uzaklaşmamaya çalışmakla beraber şu hususu gündeme almazsak eksiklik hissedenlerimiz olabilecektir: “Siyonizm ne peki? Semitik bir anlamda Siyonist demek olmuyor mu?”

Önce şunu sormak gerekli: Siyon ne demektir?

Siyon demek Kutsal Şehir demektir. Siyonist ise Kutsal Şehir inancı taşıyan kişi demektir. Siyonizm ise bu inancın ideolojize edilmiş halidir. Bu bağlamda sormak gerekir: Sen Kutsal Şehir’e inanıyor musun? Yaradan’ın yönünün Mekke olduğunu biliyorsan demek ki senin için Kutsal Şehir kavramı var. Peki şunu da sormak isterim: Kudüs senin için özel bir anlam ifade eder mi? Yani Kudüs’e diğer şehirlerden farklı bir konumlandırma ile bakar mısın? Buna cevabın da “Evet. Tabii ki. Elhamdülillah.” ise sen Siyonist’sin demektir. Çünkü Siyon bir anlamda Kudüs’tür. Tüm Semi kitleler temelinde Siyonist’tir.

Hanımlar ve efendiler, işbu konuyu ve farklı mevzuları içeren SEMİTİK adlı kitabım halen çeşitli internet sitelerinde okuyucunun beğenisine sunulmaktadır. Bu kitap kabaca 500 sayfalık bir kitap. Silahla üzerine ateş edildiğinde delinmeyen bir kitap yapmaya çalıştım. O kadar kalın ki birine kızıp da aniden elinize alıp adamın suratına patlatsanız adam ölebilir bile. Allah muhafaza.

Birbirimizi anlamasak bile saygı duysak?

İsrail veya Musevîler hakkında konuşan biri; “Adamlar ektiğimiz tohumu üretiyor. İlacı, makineyi adamlar üretiyor. Sanat ve yayıncılıkta adamlar sürekli faal. Yaptığımız her şeyde varlar.”

Kim?

“Yahudiler!”

Bize tohum, ilaç vererek kötülük mü ediyorlar?

“Hayrına vermiyorlar ki! Eşek yüküyle para veriyoruz.”

E oldu olacak bir de para verseydiler üzerine.

İsrail’in Musevîler’e fayda sunan bir siyaseti olmadığını görüyoruz.

Müslümanlar’ın Musevîler ile bir alıp veremediği olmadığını da biliyoruz. Son Kutsal Kitap’a göre müminin ihtilafı İsrailoğulları iledir. İbranîler ile değil. Musevîler ile değil. İsrailoğulları ile. O İsrailoğullarıdır ki Dünya’nın farklı yerlerindeki Musevîler’i daha az Musevî görürler.

İsrail’in Vatikan güdümünde bir oluşum olduğunu, Vatikan’ın ekümen kilise olma iddiasında bir imitasyon dini enstitü olduğunu (Ekümen Kilise Birdir ve Fener Patrikhanesi’dir) unutmamakla beraber Yaradan inancının azınlık olmasının önüne geçecek olan icraatın barış ve sükunet olduğuna tamamen ikna olmalıyız.

Ve ancak gel gör ki biz bu anlatıları bile konu ederken kimileri “Protesto namazı” kılabiliyor! “Gösteri mevlidi” okuyabiliyor kimileri! “Öfke tekbiri” bağırınabiliyorlar! Onları yok sayarak yolumuza devam etmiyoruz… Onların farkında olarak yarınlara yürümeye gayret ediyoruz.

Semitizm hakim akım olduğunda Dünya’da Yaradan’ın egemenliği hüküm sürecektir.

Yobaz, bağnaz, gericilerin sarılıp övdüğü popüler ve “şirin” terim ‘anti-semitizm’ yapıcı değil yıkıcıdır.

Bir olacağız demiyorum… Bir olduğumuzun farkına muhakkak varacağız diyorum.

www.semitik.com