Bir ülkenin kimliğinin kişi üzerindeki etkisini tartışacak değilim. Ve fakat vatan kimliği özellikle yurt dışındaki Türkler için daha belirgin bir unsur olarak ortaya çıkar. Örneğin ben ABD’ye ilk gittiğim yıllarda sık sık belli başlı bazı formları doldurmak zorunda kalıyordum. Üniversiteye adaylık başvuru formlarında anne-baba isimleri ve eğitim durumlarından, uyruk ve köken bilgisine kadar birçok konuda yanıtlamam gereken sorular oluyordu.

Köken. Bu kısımda formlarda bazı seçenekler sunuluyordu. Bunlardan birini seçip yanındaki kutucuğu işaretlemek gerekiyordu. Asya, Latin Amerika, Kuzey Amerika, Uzakdoğu, Ortadoğu, Afrika ve Avrupa… İşte bu noktada hep ikilemde kalıyordum. Ya da şöyle söyleyeyim: üçlem.

Binlerce yıllık tarihimiz gösteriyor ki bizim köklerimiz Orta Asya’ya dayanır. İnancımıza, dilimize, kültürümüze bakan Fars ve Arap uygarlıklarının izlerini rahatlıkla görecektir. Ortadoğululuk kimyamızda vardır. Tarih boyunca Anadolu’da yaşamış tüm medeniyetler Avrupa Kültürü’nün temsilciliğini üstlenmiştir. Bu Hititler’den Frigler’e, Truvalılar’dan Lidyalılar’a, Doğu Roma İmparatorluğu’ndan Türk Osmanlı İmparatorluğu’na hep böyle olmuştur. Bu durumda Avrupa olduğumuzun idrakinde olmak zor olmayacaktır.

Peki ya form? Forma hangisini işaretleyeceğim? Yani coğrafi ve kültür açısından net bir biçimde Avrupa olduğum belli. Ve ancak köklerim direkt Asya. Bununla beraber kendimi yakın hissettiğim uygarlıklar Ortadoğu. İşte bu noktada imdadıma “Diğer” kutucuğu yetişiyordu. Bu kutucuğu işaretleyip yanına kökenimi yazmam gerekiyordu. Bende “Turk” yazıyordum. Türk kelimesi bölgesel bir konuma sahip bir ulus olmanın ötesinde bir insanlık türü gibi bir hüviyet kazanmış durumda. Türk denilince yalnızca belli bir coğrafi konum düşünülmüyor. Bu İtalyan deyince böyle değil. İtalya deyince hemen Çizme coğrafyası akla gelir. İsveç, Norveç deyince hemen İskandinavya akıllara gelir. Ve ancak Türk deyince kıtalarüstü bir coğrafya ortaya çıkıyor.

Her çok kimlikli canlı gibi biz Türkler’de bazen buhran yaşıyor ve kendi içselimizle çekişiyor, çatışıyoruz. Kimimiz Avrupa Uygarlığı’nın öncül temsilcisi olan bir ülke olmamızı hazmedemiyor. Kimimiz Ortadoğululuk konseptine temelden karşı. Onlara göre Ortadoğu demek geri kalmışlık demek. Kimimiz ise Asya Kültürümüz ile artık bir bağımız kalmadığını savunmaktadır.

Bunun sebebi kimliği red etmenin kimliği kabullenmekten kolay oluşudur. Biz Türkiye aslında üç temel uygarlık sahasının senteziyizdir: Avrupa, Asya ve Ortadoğu.

Efendim; “Türk Avrupalı olabilir mi?” Yahu Batı Hun İmparatorluğu, Avrupa Hun İmparatorluğu devletleri Avrupalı değil de ne idi? Avrupalılık Türk için AB (Avrupa Birliği) ile yakınlaşma sonucu ortaya çıkacak bir durum değildir. Türk zaten Avrupalıdır. İstanbul’un Avrupa’dan fethedildiği unutulmamalıdır. Evet, dikkatimizi pek çekmiyor ve ancak İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed ve ordugâh bir Avrupa şehri olan Edirne’den sefere çıkmışlar ve daha Doğu’da olan Konstantinopolis’e varmışlardır. Yani Türkler İstanbul’u bir Avrupa Devleti olarak fethetmişlerdir.

Anadolu ve hatta Mezopotamya Avrupa Kültürü etkisine sahiptir demekten ziyade şöyle söylemek daha doğru olur: Avrupa Medeniyet algısının temeli Anadolu ve Mezopotamya’ya dayanır. Avrupalı olmak demek İslam İnancı ile ihtilafa düşmek kesinlikle değildir.

Bunun yanında Asyalı kökümüze duyduğumuz bağlılık İslam kabulünden önceki zamanı çağrıştırıyor diyerek dışlanmamalıdır.

Bunlarla beraber Ortadoğu demek mutlaka anti-demokratik ve diktatoryal rejimler ekseninde olmak demek olmamalıdır.

Artık öyle günlerin eşiğindeyiz ki Almanya Şansölyesi ne zaman Türk asıllı olacak diye bekliyoruz. Türkiye’de hangi kimlik türünün baskın olduğunu bizler tartışaduralım ve ancak unutmayalım: Bizim yapmamız gereken reddetmek değildir. Bizler kültürel çok çeşitliliğimizi yüceltebilecek olgunluğa ulaşmış bir milletin mensuplarıyız.

Cumhuriyetimizin 111. ve 123. yıllarını beklemeye şimdiden başlayabilir miyiz acaba?