Ramazan yaza denk geliyormuş olmalı ki amcam Assaköy (Domaniç) pazarından iftara karpuz alıp gelmiş. Evin çocukları olarak akşama iftarda karpuz yiyeceğimiz için çok seviniyoruz. Akşam oldu sofraya oturduk, sıra tam da karpuz yemeye gelmişti ki dışarda silahlar patlamaya, gürültü patırtı sesleri gelmeye başladı. Herkes dışarı koştu…

Ay tutulmuş !

Tüfeği olan erkekler tüfek atıyor, kadınlar bakırlarla tam tam sesleri çıkarıyor, yaşlılar ellerinde tesbih, dualar ediyorlar. Çok telaşlı ve panik halindeki bu durum bir çocuk için ne kadar korkutucu bilen bilir…  Ünü gidesiyi bağırarak korkuyla ağlıyoruz…

Allaha şükür büyükler ayı kurtardılar ! Herkes evlere girdi. Ninem olanları anlattı; Ay sütten bir topmuş, ara sıra cinliler aya musallat olur sütünü emerlermiş. Tüfek sesi, gürültü ve duaların yardımı ile ay cinlilerden kurtarılırmış. Eğer büyükler bu gürültüyü çıkarmazlarsa ay biter, ay olmayınca güneş de doğmaz, güneş doğmazsa biz de hep gece olacağı için sokağa oynamaya çıkamazmışız.

Yani büyükler ne yaptıysa bizim için yapmışlar… O gün mevsimin ilk karpuzunu korkudan dolayı yiyemedik.

İki elin birleştirilerek avuç içi oluşturulmuş hali gibi tepelerin çevirdiği Muratlı’da muhtemelen bahçede karıkların arasında doğmuşum ! 

En büyük tarlamız, öküz arabası ile iki saatlik ötede Koval pınarındaydı. Köyün haricinde sadece orayı bilirdim. Oraya giderken İncebel yokuşu çıkılır Assaköy, Ilıcaksu, hatta Tunçbilek görünür öküzler tepede dinlenirken amcam tek tek köyleri gösterir, “ Sağ taraftaki köy Çukurca, Sola doğru dön en uzak köy Durabey, tam karşımız Assaköy yani bizim kasabamız Domaniç” derdi. Amcam her şeyi bilir, en iyi orak biçen adamdır. Bulamır’da, üstünü çamur yapmadan camiye gelip giden, çok titiz ve temiz bir adamdı. Amcamın çocuklarının ağzıyla abimle bizde ona baba derdik. Ama bizim asıl babamız Almanya’daymış. Ninem öyle derdi.

Kuş uçmaz kervan geçmez köyümüze yazın birkaç defa Göçmenin Auistin Kamyonu, Çetenin Minibüsü, Yörük Selim’İn jipi gelirdi. Köy yeri o gün bayram yeri gibi olurdu. Ancak arabalar çocukları altına çektiği için bize yaklaşmak yasaktı. Sadece büyükler arabaya dokunabilirdi.

İşte böyle bir yaşamdan sonra orak zamanı muhtemelen Temmuz ayında, 1971’de Almanya’da ki babam geldi. On yaşındaki abimi İnegöl’e çırak verdi. Beni de annemle alıp Almanya’ya götürdü. Mahallede tek Türk aileydik. Almanlar bize bakmaya gelir, korkarak dokunurlardı. Babam beni geri getirip amcamlara teslim ettiğinde ilk okula başlayacaktım ama Türkçe bilmiyordum. Babam bu seferde küçük kardeşimle annemi alıp Almanya’ya döndü. Zorlu bir okul ve hayat başladı.

1974 yılından 1980 yılına kadar köyde kaldım. Sonra babam beni yine Almanya’ya götürdü. Bu seferde ne kardeş ne anne vardı. 16 metre kare evde yıllarca babamla yaşadık. Ferdi dinleyip dinleyip ağladığım mektuplar, şiirler yazdığım o günler en acı günlerimdir.

1984’de dünyanın en büyük televizyon fabrikasında babamın referansı ile işçi oldum. Arkadaşlarla kurduğumuz müzik grubunda kısa süreli de olsa solist olarak sahnelere çıktım. Düğünlerde fotoğraf ve video çekimleri yaptım. 1990’da ek iş olarak Hürriyet Gazetesi Bölge temsilciliği yapmaya başladım. 1991’de Almanya’nın ikinci büyük camisinde yönetime seçildim. 6 yıl hizmet verdim. Avrupalı Domaniçliler Dayanışma Derneğini kurdum. TEMA ALMANYA kurucu üyeleri arasında yer aldım. 16 yıl Hürriyet, 23 yıl Philips ve STK görevlerimi bırakıp 2006’da vatana dönerek kendimi Domaniç’e adadım. 9 yıl sonra 2015 yılında kötü hastalıklarla tekeri taşa dayadım. Vites küçülttüm. Takviye ile ilerlediğim şu günlerde 1966’da başlayan hayat serüvenim de 25 Mayıs 2024 itibarı ile 58. yıl dönümünü yaşıyorum. Dileğim, halkıma hizmet ederken ölmektir !