Stockholm sendromunun ortaya çıkış hikayesi 1973 yılında meydana gelen bir banka soygunu olayına dayanır. Banka soygunu olayında Clark Olofsson ve arkadaşı Kreditbanken'deki 4 banka görevlisini 6 gün boyunca rehin alır. Olayda soyguncular tarafından rehin tutulan 4 kadın görevlinin soygunculara karşı empati ve şefkat temelli bir davranış şekli geliştirdiği görülür. Hatta polisin bankaya operasyon düzenleneceğini anlayan rehineler soyguncuları uyarır. 6 günün sonunda içeri atılan göz yaşartıcı bombayla kurtarılan rehinelerin kurtarıldıktan sonraki günlerde de soyguncularla iyi ilişkileri devam eder. Bazı rehinelerin ise soyguncuların avukatlık ücretlerini karşıladığı görülür. Sendromu en iyi tanımlayan olay ise soygunculardan biriyle evlenmek için nişanlısından ayrılan rehine kadındır. Bu olay üzerine sendromun tanımı ilk kez psikiyatr Nils Bejerot tarafından yapılmıştır.  Tam olarak tanı koyabilecek ölçüm metrikleri olmasa da psikoloji dünyasında kabul görmüş bir kavramdır. (Wikipedi)

Bu sendromun adı her ne kadar 1973 yılında psikiyatr Nils Bejerot tarafından konulsa da kökü binlerce yıl öncesine dayandığı tarihsel bir gerçekliktir. 

İnsanlar, tarih boyunca kendilerine işkence eden, sömüren, hor davrananlara daha saygılı ve bağlı kalmışlardır. 
Buna en iyi örnek bizim Nasrettin Hoca'nın 'Timur'un Filleri' hikayesidir. 

Çok da gerilere gitmeden 1400 sene öncesine bir uzanalım. Semavi dinler arasında kadına ilk haklarını veren dini kitap Kuran'dır. Hz. Muhammed, tefeci ve köleci zihniyete karşı büyük mücadeleler vermiştir, insanı insan gören eşitlikçi bir düzen getirmeye çalışmıştır. Hz. Muhammed'in cenazesine kaç kurtarılmış köle katıldı herkes kendi araştırsın. Uyduruk hikayelere aldanmadan. Kuran, Hz. Muhammed'ten sonra neden rafa kaldırılmıştır. Bu gün yüzlerce mezhep, cemaat ileri gelenlerinin kadına bakışı, insanları köleleştirme ve fakirliğe özendirme taktiklerine bakarsanız nasıl başarılı olduklarını görürsünüz. Kuran, “ OKU” derken. Bu sömürü düzeninin sözcüleri kadını nasıl dört duvar arasına kapatmıştır. İşin kötüsü kadınlardan buna ne kadar meyilli ve sadıktır bilen bilir, gören görür. Cahilliği, fakirliği öven, kendi çocuklarını ecnebi memleketlerde okutup bizdeki mektepleri pasivize edenler sorgusuz sevgi ve saygı görürler.  

Coğrafyamızdaki bu bozuk düzene dur diyen Atatürk ve arkadaşları önce yedi düvele savaş açıp oyunlarını bozdular. Sonra halkına güvenip Cumhuriyeti kurdular. Yani halkın egemen olduğu sistemi. 
Sonradan gelenler ne yaptı ? Ezanı Arapçaya çevirmekle kalsalar iyiydi de, Ağadan alınıp köylüye verilen toprakları yeniden ağaya verdiler. Çeşitli iftiralarla köy okullarını kapattılar. Kuranı rafa asıp paralı imamlarının uydurduğu yeni din ile halkı uyuttular. Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ni ecnebi bankası İMF'ye Mehmetçiğimizi NATO'nun emrine verdiler.  
Yıllardır üniversitelerimizden bilim adamı çıkmıyor, profesör sayımız azalıyor, okumada hızla en altlara sürükleniyoruz. 
Eskiden camideki imamı da, vekili de, parti başkanını da encümeni de biz seçerdik. Şimdi her şey tepeden atanıyor. Bize sadece onaylamak kalıyor. Seçilen seçene değil atayana biat ediyor. Hal böyle olunca da ne hizmet, ne ahlak, ne kalite kalıyor. 

Cumhuriyetin kazanımlarından çok hakkımızı kaybettik. Şikayet ettiğimiz Nasrettin Hoca'nın arkasında durmadık. Hoca da haklı olarak kızdı ve daha kötüsünü ister oldu. 

Elimizde kalan az sayıda haklarımızdan biri de Muhtarlarımız. Onları hala biz seçebiliyoruz. Doğru muhtar seçen köy / mahalle kazanır. Sesini duyurur, hakkını arar. 
Halkı da arkasındaysa köyünü cennete çevirir.  Şimdi size bu hakkı verenin kurduğu ülke, 29 Ekim 2023 Pazar günü 100 yaşına giriyor. Görelim bayrakları, meydanları, alanları, gösterelim kime aşık olduğumuzu….