Bugünün şartlarında çokta bir anlam içermiyor olabilir. “Ne var ki” denilebilir. Ama gelin kendinizi bir an onların yerine koyun !Hayatınızda köyden çıkmamış, belki Assaköy pazarını bile görmemişsiniz. Hayatta gördüğünüz tek gurbet, tarladan veya yayladan koyunların başından sizi alıp götüren jandarmalarla, daha sonra inzibatlar eşliğinde teslim edildiğiniz asker ocağı. Askerlik zor, bilmediğiniz yerlerdesiniz, eğitim, dayak, emir .. Ama orda herkes sizin gibi köyden, kışladan Türkçe bilen akranlarınız.Yaban eller öylemi ya ?Dil farklı, din farklı, kültür farklı, köyden binlerce kilometre uzakta, bilmediğiniz işler…Almanya 1945’te ABD ve Birleşmiş Milletlerin silahlı güçleri ile yerle bir edilmiş. Diktatör Hitler tarih sayfasından silinmiş.  ABD güdümünde yeni Federal Almanya Cumhuriyeti Kurulmuş. Bizzat o günleri yaşayan Almanlardan dinledim. Bir somun ekmeğe savaş tahribatlarını temizlemek için saatlerce çalışmışlar. Şehirler onarılacak, fabrikalar açılacak ama ortada savaş nedeniyle çalışacak erkek kalmamış. Almanya 1960’larda yurt dışından misafir işçi alacağını duyurmuş. Hem de yüz binlerce iş gücü. Yunanistan, İtalya, İspanya, Yugoslavya neredeyse tüm Avrupa’dan on binlerce işçi gelmiş ama Allah bir kere yürü ya kulum demiş. Almanlar eski hatalarını da kapatmak için vatan millet sakarya edebiyatı yerine bizzat seferber olmuşlar. Gelen işçi yetmeyince Avrupa dışı ülkelerden de işçi talep etmişler. Fas, İran, İrak..Türkiye’den yüz binler gitmiş. İşte o gidenlerin biri de benim babam. Bankadan çektikleri krediyi bir türlü kapatamayan Bulamırlı Ese Mustafanın oğulları, okuma yazması olan en küçük kardeşlerini Almanya’ya göndermeye karar vermişler. 1968 yılında İstanbul’da özel doktorlar tarafından tüm organları muayene edilip onay alanlar trenlere doldurulup postalanmış yaban ellere…Günlerce süren kara tren yolculuğundan sonra Münih’e varılmış. İşçi getiren trenler özel bandolarla karşılanır. Yedirilir içirilir sonra askerdeki gibi kalıp ve sağlık durumlarına göre kategorize edilerek çeşitli şehirlere gönderilmişler. Madenci seçilen babam, bu işi sevmemiş ve çeşitli kurslara katılarak hem tercüman olmuş hem de Aachen Televizyon Fabrikasında Usta yardımcısı…Anadan yörük babadan çerkez olan babam oturduğu evin altındaki birahanede güvenlikçi olarak ta çalışmaya başlamış biraz kötü nam salmış etrafa. …Anam, amcama, “ Mustafa’nın hiç pantolonu yok. Assaköy pazarında bir don alırmısın ? ” dedi.Kara uçkurlu donum geldiği gün çok sevindim çünkü o güne kadar hep boydan aşağıya Araplar gibi göynek denilen bir şey giyerdik.“Baban bu günlerde gelecek köyün girişlerinde oyna babanı orada karşıla” dedi. Köyümüze yazın, Göçmenin kamyonu, Çetenin minibüsü bir de Yörük Selim’in jipi gelirdi o da yılda birkaç kez. Köyde yol yoktu. Hasan Amcam, “ köye dönen asker, köye yaklaşınca tüfek atar, Almanyalı gelirse tabanca atar. Tüfek bir kere tabanca arka arkaya birkaç kere patlar demişti. Öğlen sıcağında Mosenlerin bakkal dükkanın önünde oynarken silah sesi geldi. Heyecanlandık. Bir adam koşup beni kaptığı gibi jipin önüne fırlattı. Camdan beni orda oturan adamın kucağına oturttu. Yüzünü göremediğim adam beni ona bırakan adama birşeyler verdi. Sonra beni kucağından kaldırıp yüzme baktı. “ Lan bu benim çocuk değil” dedi. Çok güzel kokan, güzel giyinmiş ve fötr şapkalı adam. Beni camdan dışarı çıkartıp öteki adamın kollarına bıraktı. Sonraki günlerde yine aynı olay ama bu sefer ki benim babammış…Baban dedikleri adam çok soğuktu, bize pek bakmıyor sürekli Assaköye gidip geliyordu. Bazen bizi de götürüyordu. Sonradan anladık meğer bizi Almanya’ya götürecekmiş.Minibüs geldi. Bütün köy toplandı göz yaşları sel gibi akıyor. 10 yaşındaki abim çınarın altında boynunu bükmüş bize bakıyordu. Korna çala çala gittik.Ebem yani babaannem, “Oğlum bu gavurlar aynı biz gibi insan mı diye sorardı. Gerçekten bu Almanlar nasıl bir şeylerdi acaba?Saatlerce gittik. Uçağa binmişiz, inmişiz, eve gelmişiz. Çok acayip bir yer toprak yok her taraf beton oynayacak yer bile yok. Yıl 1971, hafta sonu evin altındaki birahaneden Almanlar bizim eve çıkmışlar, merdivene sıra olmuşlar. Babam kapıyı açtı. Annem tek odalı evimizde yatağın ucuna oturdu kucağında ben. Almanlar sırayla bakıp şaşırıyorlar, gülüyorlar. Cesaretli kadınlar girip beni kucağına alıyor dokunuyor. Meğer onlar da Türkleri kafalarında başka düşünüyorlarmış. Yıllar sonra öğrendim. Mahallemizde ne kadar bakkal varsa sürekli oyuncak ve tatlı şekerler getirirlerdi. Çikolata ile de tanıştık. 1974’de köye döndüğümüzde ailemize küçük kardeşim de katılmıştı. İlk defa köye otomobil giriyordu. 5. gün sabah köye girmişiz. Yer gök insan kaynıyor bir şeyler diyorlar ama ben anlamıyordum. İzin bitti. Babam annemi ve küçük kardeşimi alıp gitti. Abimle köyde kala kaldık. Eski Almancılar çok havalıydı. Araba onlarda, para onlarda, bağ bahçe, ev daire, traktör almak onlarda, olmayan tek şey huzurlu bir yuva ve aile…İlkokuldan sonra bir yıl Kütahya Kılıçarslan lisesine gönderildim. 1978-79 kan gövdeyi götürüyor. Her gün okullarda onlarca liseli Devrimci diye Ülkücü diye öldürülüyor. Babam 1980’de geri götürdü Almanya’ya ama bu sefer de sadece beni götürdü. Aile yok. Almanca yok, Türkçe yok. Arkadaş ve çevre yok. “Almanya Acı Vatan” diyordu Selda Bağcan. Yuvalar dağıldı, aileler koptu. Yolunu bulan da oldu kaybeden de. 1960’larda giden birinci kuşaktan birkaç kişi kaldı kalmadı. İkinci, kuşak atalarının yolundan gitti. Kazandığı ile memlekette bir şeyler yapmaya çalıştı. Çoğu dolandırıldı. Almanya’da Türkler 5. Kuşağını bıraktı. Ne izine gelme var. Ne köyünü ziyaret etme. Kopmuşlar. Tatil için Antalya’dan geri dönerler. Antalya’da Eurolarla yaşadıkları hayata bakıp köyünde kasabasında arkada kalanlara laf sokarlar. Onlara ne eş dost ne de devlet hiçbir zaman sahip çıkmamış, kendi kendilerine kaybolup gitmişlerdir.Eski Almancılar kalmadığı gibi yeni Almancılar da artık kalmamıştır vesselam.