Otomobil bizim elimiz ayağımız. Özellikle köy yaşantısı motorlu bir araç olmayınca çok zorlaşıyor. Genellikle motosikletlerle ulaşımımızı sağlıyoruz. Ve ancak bu araçların taşıma kapasitesi az olduğu için hepimiz bir arabaya ihtiyaç duyuyoruz. Bazılarımız şartlarımızı zorlayıp bu zaruri gerekliliğimizi karşılıyor. Bazılarımız ise hayâl kuruyor “Şöyle bir araba alacağım. Böyle bir araba alacağım.” diye…


Öyle ya da böyle; otomotiv sektörü bizlerin ilgi alanlarımızdan biri. Araba deyince ilk akla gelen ise masraflar. 

Yani alım sonrası masraflar. 

Sigorta, bakım giderlerine yakıt eklenince arabayı tutmanın almak kadar zor olduğu gerçeği karşımıza çıkar.


Peki otomobillerle ilgili en son gelişmeler neler? Bu soruya ilk cevap kesinlikle %100 otomatik arabalardır. Dünya'nın en önde gelen otomobil firmaları uzun zamandır tamamen otomatik araçlar üretme kapasitesine erişmişlerdir. Tam otomatik şu demek: Arabaya biniyorsun; “Beni Güngör Halam'a götür.” diyorsun. Arkana yaslanıp telefonundan internete giriyorsun ve araç seni gitmek istediğin yere götürüyor. Vardığında manuel moda geçip arabanı halanın bahçesindeki vişne ağacının yanına bırakıyorsun. Tam otomatik bu demek.


Peki bunu yapmaya haiz olmalarına rağmen niye yapmıyorlar? 

Çünkü sorun bürokratik. Sorun bir teknoloji problemi değil. Teknik kısmı zaten çözülmüş olan bu konsepti yapılması zor hale getiren mevzuattır. Şöyle ki; tam otomatik bir araba kaza yaparsa suçlu kim olacaktır? Sürücü kusuru olmadığına göre iki potansiyel suçlu vardır: arabayı üreten firma ya da yolu üreten devlet. Devletler ve dev otomotiv firmaları. Üzgünüm ama bu ikisi durup dururken bir risk almaya pek niyetli değillerdir.


Konu bir sigortacılık konusu. Tam otomatik aracın kaza yapması ihtimali az olsa dahi, böyle bir ihtimalde hiçbir firma veya organizasyon suçu üstlenmek istemeyecektir.

Sırf bu konu sebebiyle halen tam otomatik araçlar trafiğe çıkamamaktadır.


Yakıt. Daha evvel dendiği gibi; arabanın aslî masrafı yakıttır. Bu mevzu hakkında insanı şaşkına çevirecek gelişmeler var aslında. Örneğin kömürlü araba! Evet yanlış okumadınız: 
Kömürlü araba. 
Herkesin küresel iklim problemlerine kafa patlattığı bir dönemde kömürlü araba demek abes karşılanabilir ve ancak lütfen şunu unutmayalım: Artık gelişen teknoloji sayesinde kömürü petrol ve doğalgaz kadar temiz yakacak kapasiteye ulaşmış vaziyetteyiz. Kolay değil. Kömürlü motor yapmayı zaten biliyoruz. Önemli olan bu motorun atığını mümkün olan en temiz vaziyete getirebilmek. Şöyle söyleyeyim; 200 kg kömür ile 2.000 km yol kat etme kapasiteli kömürlü motorlar var. Mevzuya gerçekçilik çerçevesi dışında bakana kömürlü araba fikri komik geliyor. Ve ancak aslında kömürlü araç bir alternatif.


Bununla beraber bir diğer otomobil yakıtı seçeneği ise nükleerdir. Nükleer deniz altılar, uçak gemileri yapılmakta olduğunu herkes biliyor. Yani nükleer motor diye bir şey var. 0,000000000001 miktarda uranyumun bir otomobile 5.000.000 km yol kat etme kabiliyeti kazandırdığını söylediğimizde işin ciddiyeti hakkında aklımızda bazı hareketlenmeler olabilir. Neredeyse sıfır atık. Muazzam mesafe erişimi. Ancak durum yine bürokratik. Terörle donanmış bir Dünya'da sivil araçlarda uranyum/plütonyum kullanımı korkunç sonuçlar ortaya çıkarabilir. Tedirginlik/tasa sebebi budur. Aslında bu sorun kolay bir uygulamayla çözülebilir: Uçakların kara kutuları gibi özel bir hazne kullanılabilir nükleer araçlarda. Yani ne kullanıcı, ne de bir başkası aracın kullandığı bu uranyuma ulaşamayacaktır. Bu tek taraflı mühre sahip bir haznedir. Yani üretildikten sonra bu uranyuma ulaşmak artık zinhar olasılık dışı olacaktır.

    
Son olarak yolların kenarlarına yerleştirilen elektro manyetik baz istasyonları sayesinde sürüldükçe şarj olan otomobiller gelmektedir. 

Olay budur.