'Şeyh uçmaz mürit uçurur' diye bir meşhur bir deyişimiz vardır bilirsiniz.
Bireyselleşememiş, gelişememiş toplumlar, sürekli kendilerine bir lider, bir önder, bir yol yordam gösterici ararlar. 
İşte bu yüzdendir ki Kuran, kendi ayakları üzerine durabilen, kendi kendine düşünüp akleden, yolunu, kolayını, çaresini bulabilen insan yetiştirmek için vardır. Kendinden önce İncil ve cemaatinin düştüğü ruhban sınıfı tekrar oluşmasın diye ilk ayetine “OKU” diye başlar, Akledin yani düşünün diye tavsiyelerde bulunur. 
İşte bu yüzden Atatürk, “Eğer hala bir kurtarıcı bir lider bekliyorsanız. Ben size bir şey öğretememişim demektir” demiş.
Ancak, insanı kullanmak için var olan uyanıklar, zenginler, bireyin uyanmasını asla istemezler. Bu yüzden de Kuran ve diğer kitaplar rafa, Atatürk ve onun gibiler maziye gömülmelidir ve başarılı da olunmuştur. 
LİDER'e de, ÖNDER'e de ancak savaş dönemlerinde ihtiyaç vardır ve bunlar kendiliğinden ortaya çıkar. Barış dönemlerinde ise demokrasi vardır. Demokrasilerde halkın işlerini yürütecek bir yönetici kadro seçilir. Bu kadronun görevi halka hizmet etmektir. Hizmetli kadrosu, değişik iş kollarından oluşur. Her bölümün bir bakanı, bakanların da bir başbakanı olur. İki den fazla kadrolarla girilen seçimlerde birinci gelene iktidar, ikinci gelene de muhalefet denir. Muhalefetin görevi bundan sonra işleri doğru dürüst yapıyor mu diye iktidarı denetlemektir. En büyük denetçi ise her görüşten halkı temsil edecek, haklarını koruyacak, iktidar ve muhalefeti denetleyecek zaman zaman kavga ederlerse barıştıracak olan biri. Dilimize Arapçadan girme bir kelime olan cumhurun yani halkın temsilcisi Cumhurbaşkanı. 
Günümüz Türkiye'sinde biz bu sistemle biraz oynadık. Geliştirmek güzelleştirmek istedik ama herhalde pek beceremedik. 
Her şeyi ben bilirim ben sizin babanızım diyen bir iktidar, her şeye karşı çıkan bir muhalefet, şeyhini uçuran müritler topluluğu ile ayakta durmaya çalıştığımız bu günlerde. Başımıza öyle bir felaket geldi ki. Herhalde tarih sahnesinden silinen dinozorlarla aynı kaderi paylaşıyoruz. İnsan oğlu böyle bir felaketi ne yaşadı ne gördü. Milyonlarca yıl önce dinozorlar akledip birlik olsalardı. Belki yaşarlardı. Ama zavallı hayvancıklar akledemedi ve yok oldular. Ama biz insanız.Ortak akıl karşılıklı saygı, sevgi ve dayanışma ile bu günleri atlatırız. 
Ancak insan korkuyor. Deprem bölgesine yardıma gelenler iktidar partisine oy vermediyse müritler, “Şeyhimiz bizi uçuracak, kurtaracak size ihtiyacımız yok” diye gelenleri kovuyor. Yardıma giden muhalifler nerede bu devlet diyerek yardım ettikleri kadar kışkırtıcılık ta yapıyorlar. 
Kumbarasındaki parayı, kefen parasını, damdaki öküzünü satıp yardıma koşan da var. Enkaz altındaki cesetten para kazanmak isteyen fırsatçılar da var.  Toplum depremle bölünmüş birlik olmaya ihtiyacı var. Siyasiler sözde liderler ağlayana sızlayana şerefsizler diye hakaret edebiliyor, ya da duygu sömürüsü ile kışkırtıyor. 
Her kötü olayda bir suçlu aranır. Depremlerin günah keçisi de müteahhitlerdir. Hep öyle olmuştu ama halk bu sefer medya sayesinde bu oltaya gelemeyecek gibi. 
Bina yapacak vatandaşın parasını devlet harç adı altında almış, müteahhit malzemeden çalmış, belediye rüşvetle mevzuata göz yummuş, binalar lüks lokantalarda denetlenmiş, denetleme raporları devletin dozerleri ile gözümüzün önünde yok edildi. Çürük binalara son seçimlerde barış adı altında af getirilmiş. Mezarlara bina ruhsatı vercem diyen siyasiler baş tacı edilmiş. Geri kalmış ülkelerin en sevdiği din sosu ile hıyanetliğin üstü örtülmüş. Aklı başka şeylerde olan dincilere, deprem bölgesinden evlatlık edinebilir miyiz diye soranlara, “evlatlık edinebilir hatta büyüyünce evlenebilirsiniz” diyecek kadar alçalmış. Cehalet, Ticaret, Siyaset ve İhanet olmuş FELAKET.