Dipsiz bir kuyu; geldiğimiz nokta bu. Bize biçilen kader her türlü ürünü üretebilen, üstün sanayi kalitesi ve kapasitesine sahip gelişmişliktir. Ve fakat konu biz olunca durum biraz farklı. Bu bahsedilen gelişmişlik vatandaşına refah sunmuyor. Tam tersi, vatandaşını sömürür gibi kemiriyor.

Tıpkı Hindistan’da olduğu gibi. Bakınız; adamların Ay’da robotu var ve ancak Hintli nüfusun %90’ı resmen aç. Aç. İşte bu gelişmiş fakirliktir. Bizi getirmek istedikleri nokta bu demiyorum. Şu anda içinde bulunduğumuz durum bu.

İki bin, üç bin kişilik bir zümre Türkiye’nin zenginliğini öğütüyor. Bu esnada millet çalışıyor, üretiyor. İnsansız Hava Araçları yapılıyor, radarlar üretiliyor, elektronik eşya yapılıyor, tank yapılıyor vb. Ancak kazancı üreten vatandaş değil, tepeyi zapt etmiş zümre topluyor. Tıpkı Hindistan’da olduğu gibi.

Korkunç olan şu; bu yolun dönüşü olmayabilir. Bizi Hintliler’den ayıran bir milli özelliğimiz var: biz baş kaldırmayı biliyoruz. Bu tür durumlar tarihte ortaya çıktığında yalılar, saraylar yakılmıştır. İçindekilerle beraber. İşte buna o zümre bir türlü ayamıyor.

Türkiye şu anda her vatandaşına sağlıklı, güvenli, ferah, rahat bir yaşantı sunacak kadar üretim yapmaktadır. Ve ancak bir türlü vatandaşın hayat standartlarında gelişim yaşanmıyor. Memleket yeterli olmasına rağmen olmuyor. Bu demek oluyor ki bazıları buna mani oluyor. Ve hemen dışarıya bakmayalım lütfen. “Batı’nın ayak oyunları” Affedersin de; Doğu sütten çıkmış ak kaşık mı? Sıkışınca Batı’ya saldırmak… Yahu sorun bizde; kendimizde. Sorun değişimin terakki olduğunu anlamamamızda. Sorun hepçiliğimizde. Sorun yenilenmekten ürkmemizde.

Evet gelişmişiz. Velâkin fakiriz. Ancak sadece kendimizi suçlamamızda fazla acımasız olur. Evet; Dünya’nın da işine böylesi gelmekte. Bir şöyle bir Dünya’yı hayal edelim: Bütün Dünya olarak Türkiye’ye bir bakalım: “Ormanları, plajları, karlı dağları, nehirleri, ovaları, madenleri olan, ve coğrafi konumu Dünya’nın neredeyse tam ortası olan yer. Burada her şeyi rahatlıkla üretebilirsin. Tedarik, işgücü sıkıntın hiçbir zaman olmaz. Ürettiğini kolayca nakliye edersin. Tarımdan sanayiye, deniz ürünlerinden madenciliğe… Akla ne gelirse yapılabilir. Burada Dünya’nın üretim ihtiyacının büyük bir kısmının yapılması makuldür. Ancak bu üretimi olabildiğince ucuza mal etmeliyiz ki Dünya olarak bundan kâr edebilelim. Tıpkı Hindistan’da olduğu gibi.”

Dünya’nın bilinçli ya da bilinçsiz sömürüsüne hedef haline getirildiğimizi de anlamamız gerekiyor. Bunun inanç ya da kültür ile bir bağlantısı bulunmuyor. Bu planlanan bir siyaset falan değil. Bu; ekonomi doğasının doğal döngüsü içinde bu sonucu veriyor.

Mücadele etmeliyiz. Yenilenmeliyiz. Sportif bir takım gibi; rotasyonumuzu yapmalıyız. Eskiyen öte beriden kurtulmasını bilmemiz gerekiyor. Evi ıvır zıvırla boğmamak gerek. Eşek sudan geldi de oturan halen oturup duruyor.

Eğer en büyük milli banknotumuz 200 Türk Lirası’na “liracık” denilebiliyorsa bahsi geçen zümrenin Türkiye’den ne kadar kopuk olduğu anlaşılır. Farklı bir ülke devlet temsilcisi ulusal paramıza “liracık” derse nedir durum?

Çanakkale 1915 Köprüsü geçiş ücretinin 200 TL olmasına şaşıran basın mensubunun sorusunu “200 liracık” diye yanıtlamıştır bir devlet temsilcisi.

Devleti torunlarına miras edebileceğini sanana, devletin sahibi olduğuna inana güven olmaz asla… Düşmüş olana attan, edilmez emanet vatan. Attan düşen iflah olmaz. Doymaz.

Gelişmiş fakirlik… Hayır. Soframızdan yemeğimiz eksilmesin diye her şeyden kısıntı yapıyoruz. Ayakkabı almıyoruz. Çocuğunun basit isteklerine yetişemeyen baba anayı bu topraklar hak et-mi-yor!

İşinde gücünde olan herkes sofranın nasıl kurulabildiğinin farkında.

Bizim gelişmişlik ayarımızdaki ülkelerin vatandaşlarının hayatları böyle değil. Sadece iyi değil; daha iyi. Daha adil. Daha doğru.