Ülkemizin gündemine oturtulan ve haklarında büyük debdebe ile yaygara koparılan, övünç ve kıvanç vesilesi olan dev icraatlarımıza üzülenler olduğu göz ardı edilemez bir gerçektir. Bu faaliyetlerin vukuu bulmalarına üzülmek ile bunların uygulanış biçimleri hakkında tedirgin olmak farklıdır. Küresel çapta ses getiren ulusal uygulamaları hayata geçirirken kendi, öz milli unsurlarımız içerisinde yapılanlar hakkında huzursuz olan bir kitle oluştu. Bu aslında oldukça milliyetçi ve muhafazakar bir tepkidir. Neden mi?

Gelin yurdumuzda son birkaç senedir iktidarı vatandaşa güçlü ve güvenilir gösteren dev yatırımlara bir göz atalım:

Nükleer Santral. “Yapıyoruz” diyoruz. Rus yapıyor. Mersin-Adana taraflarında Rus Nükleer Santrali Türk Başarısı olarak övünç kaynağı oluyor.

TCG Anadolu. Eleştirmek için meczup olunması gereken bir yüzer kasaba. Gelişmiş bir uçak gemisi. Menşei İspanya. Juan Carlos sınıfı İspanyol gemisi. Biz patentini satın alıyoruz. İspanyollar planları bize veriyor ve biz bunları uygulayıp tersanemizde bu gemiyi “yapıyoruz.” Yarı-Milli mi?

Kıtaları birbirine bağlayan köprüler “yapıyoruz.” Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Çanakkale 1915 Köprüsü, Osman Gazi Köprüsü… Muhteşem. Hangisinin baş mimarı ya da başmühendisi Türk? Hangisinin çizimi, tasarımı Türk? Gelişmişlerin ülkemizi inşa etmesi ile gurur duyar haldeyiz.

İHA, SİHA “yapıyoruz”. Kamerası Kanada’dan, motoru İtalya’dan.

Mega-kentlerimiz metro ile rahatlıyor. Yüzlerce km metro inşa ediliyor. Kim yapıyor? Biz mi? Yoksa G. Kore mi yapıyor?

Uzaya ilk çıkan Türk. Her haliyle mutlu olunacak bir hadise. Amerika taşıyor ilk Türk’ü uzaya. Amerika karşılıyor Dünya’ya geri döndüğünde.

Yahu samimi olalım: Oluyor mu böyle? Biz yaptırmayı yapmak zanneder olmuşuz. %100 yerli arz ile dev projeler geliştiremez olmuşuz. İşimizi başkalarına ihale ediyoruz. Bu işin en korkunç tarafı: Böyle olunca yaptık sanıp gerçekten yapmak hedefinden de uzaklaşıyoruz.

Son günlerin sıcak gündem konusu: Uzay. Türk imzalı yapıcı bir yaklaşım ile ilgili hatırlatma; Sovyetler Birliği zamanında SSCB’nin yürüttüğü uzay çalışmalarının merkezi bugünkü Kazakistan idi. Bu vesile ile birçok Kazak mühendis ve bilim insanı uzay projelerinde birebir çalışmış, ve ilk insanı uzaya çıkarmayı başarmışlardı. Bu insanlar şu anda 60-80 yaş aralıklarındadır. Bu nesli Türk Milleti değerlendirebilir. Bu insanların tecrübeleri Türk Uzay Hamlesi’nin kıvılcımını çakabilir. Zaman işliyor. Fırsat kaçıyor. Fırsatın kazası olmaz.

İşin sıkıntı kısmı şu: En göz önündeki projelerimizi bile kendimiz tasarlayıp kendi milli kaynaklarımız ile gerçekleştirme yolunu seçmiyoruz. Bunun sebebi yönetimsel tembelliktir. Makamda tutunmayı makamı hizmet aracı olarak kullanmanın önünde görenlerin hükümranlığında yapıldığı söylenenler bile aslında külliyen başkalarına yaptırılmış vaziyette. “Verelim parasını yapsınlar!”

Dikkat. Çünkü verilen para Amerikan Doları. Verdiğimiz para bile bizim değil yani. Bu böyle, çünkü bunun böyle olmaması için Türk Dünyası ve Türk İlleri’ni arşın arşın gezen, fikirleri somut hale

getirirken bunların takibini yapan, okuyan bir yönetim algısı gereklidir. Vatandaştan göreceği haklı tepkiden ürküp inine çekilen yönetim hali ise bu ihtiyacı karşılayamaz. İktidarın en büyük icraatı iktidarda kalabilmek olunca işler sapırdıyor.

Gözden kaçmaması gereken; devletimizin en kilit faaliyet alanlarında ulusal unsurlar geri plana itiliyor. Nükleer santral, askeri üretim, Dünya dışı mevcudiyet vs… Bunlar stratejik noktalar. Bütün Dünya bilir ki; nükleer faaliyet anca kendin yapabiliyorsan yapılmalıdır. Ayrıca illa nükleer santral işi uluslararası ihale edilecekse bari Pakistan’a edileydi.

Nihayetinde bütün bu “yapılmakta” olanlar hakkında göğsümüzü gere gere ve vicdan rahatlığı ile “Biz yaptık.” diyebiliyor muyuz? Gurur duyabiliyor muyuz? İçimize siniyor mu?