Ata binmeyi öğrenmekten ziyade ata insan taşımayı öğretmek. Öğretmek Türk’ün ilkel ve öncül kabiliyetlerinden biridir.

Dünya’nın birçok ülkesinde Öğretmenler Günü olarak 5 Ekim kutlanıyor.

Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı Anısı’nı yaşatmak için tayin edilmiş olan bu günün kutlanması öğrencinin tasarrufundadır. Yani genellikle katılımın zorunlu olduğu kutlamalar yapılmaz okullarda. 23 Nisan ya da 19 Mayıs veya 30 Ağustos veya 29 Ekim gibi değildir tam olarak. Ancak öğrencilerin kendilerini eğitmek için didinen insana şükranlarını sunmaları için bir fırsattır bu.

24 Kasım’ın daha çok ülkede kutlanabilmesi için bir Türk Öğretmenleri Günü hüviyetine kavuşması ve Türkî Cumhuriyetlerce benimsenmesi faydalı olabilecektir.

Ayrıca bu, toplumun bel kemiği konumundaki öğretmenlere süregelen zaman içinde ekonomik olarak çok bunalırlarsa bütçede bir “öğretmenlere özel” ek ödenek ayrılmasına vesile olabilir ve bu gün öğretmenlere ikramiye verilebilir. Yani bu yapılmak zorunda değil. Ve ancak Öğretmenler Günü bunu yapabilmek için uygun bir ortam sunar.

Ekmeğin fiyatı bir yıl içinde %600 artarken öğretmenin gelirinde %30, %40’lık artırımlar yapmak zalimce. Tamam, 24 Kasım’da öğretmenlerin sıkıntılarına değil, bizi biz yapan öğretmenlerimizi hatırlayarak onları yâd etmeye odaklanmalıyız. Ve ancak Cumhuriyetimiz’in 100. Yılı’nda öğretmenlerimizin çok daha iyi olanaklara sahip olmaları gerektiğini net bir biçimde görüyoruz. 1950-1960’lı yıllarda bir öğretmen olmak her yiğidin harcı değildi. Öğretmenler zor yetişir ve ancak oldukça iyi sayılabilecek bir gelir elde ederlerdi. Gençler yataklarına yattıklarında öğretmen olup devlet memuru statüsüne girmek için hayâller kurarlardı.

Ancak aradan geçen 60-70 yılda hükümetler öğretmenleri ihmal etmeyi bir huy haline getirdiler. Maalesef halen bakanlıklarımız arasında en yüksek ödeneğin sağlık, savunma ve eğitime ayrılması gerektiğini anlayamıyorduk. Eğitim sahasının devlet bütçesinden aldığı kaynak yıldan yıla azalıyordu. Bu ise okul yöneticilerini özerk hareket etmeye zorluyor ve yani kaba ifade ile okul kendi parasını kendisi bulmak zorunda kalıyordu.

3.000 yıllık yazılı tarihi olan bir ulus olarak Dünya’nın şu an ki siyasi görünümünü şekillendirmiş bir millet olmakla beraber vatandaşa halen hakkı olan refahın yansıtılamadığını hepimiz görüyoruz. Bizimle kıyaslanabilecek uluslarda öğretmenlerin durumları çok farklı. Avrupa’da pek çok ülkede öğretmenlerin en az iki katlı, bahçeli, garajlı bir evi ve isterse iki arabası ve hatta bir tane orta ölçekli teknesi bile oluyor. Demek istediğim şu; Türk çok daha iyi standartlara layıktır. Çünkü üretiyoruz. Dünya’nın üretim yükünün azımsanamayacak bir kısmı bizde. Dünya üretiminin %1’i bile devasa bir orandır. Bunu unutmamak gerek. Biz üretiyoruz. Biz yazıyoruz. Biz çiziyoruz. Ve biz bunları 3.000 yılı aşkın zamandır yapıyoruz. Öyleyse sosyal konumumuzun ferah olması gerekir. Türk Vatandaşı gece yatağa yattığında zihninde ekonomik sorunlarla boğuşmamalıdır. Bu Türk’ün makus kaderi olarak görülmemelidir. Bu bağlamda ekonomik mertebede en üste doktorlar, öğretmenler ile yargı mensuplarını yerleştirmeyi bilmeliyiz. Bu meslek dallarında hayatlarını idame eden vatandaşlarımızın hiçbir içinden çıkılmaz sıkıntıya düşmemeleri için elimizden geleni yapmalıyız.

Son 25 yıldır maalesef okullar siyasi ideoloji yayma merkezleri haline getirilmeye çalışılmıştır. İmam-hatip okulu güzel. 3 tane, 5 tane olursa güzel. Ve ancak tüm okulların %80’inini imam-hatip okulu yapmak bir tür saplantıdır. Fen ve Sanat ve Spor okulları lazımdır. Bu erdemleri sindirememiş bir kavim İslam’ı temsil edemez. İslam üstün bir inançtır. Temsili için beşeri ilimlerde gelişmiş olmak şarttır.

“Öğretmenmiş yazık” bu vaziyet bize yakışmıyor.

“Hocam beni hatırladınız mı?” diyenlerimiz var ya? Hatırlıyorlar. Unutmuyorlar.