İnsanlığın çoğuna göre Dünya tamamen keşfedilmiş sayılır. Uzaya çıkılıp Dünya’nın dışarıdan fotoğraflanmasıyla Arz’ın coğrafyası hakkında tüm bilgilere açık ve eksiksiz biçimde ulaşıldığı varsayılır. Bunlar kısmen doğru ve ancak Dünya’nın tamamen keşfedildiği bir yanılgıdır.

Konu tartışmaya çok açık olduğundan şöyle bile denilebilir: Dünya’da halen keşfedilmeyi bekleyen milyonlarca 1cm² mevcuttur.

Yerküre aslında bir Suküre’dir. Ve evimiz olan bu gezegenin sular altındaki arazisinin dev bir kısmı bilinmemektedir. Denizlerin tabanları ile ilgili ele avuca gelir bir veri bulunmamaktadır.

Mevzu aslında masalsı. Kendinize sormayı hiç denediniz mi? Okyanusların dibinde, zemininde neler olabilir?

İhtimaller sınırsız denilebilir. Örneğin su altı altın gayzerleri. Nedir gayzer? Hani sıcak su kaplıcaları bölgelerinde bulunan yerdeki delikler… Buralardan her yirmi dakikada bir sıcak su püskürmesi gerçekleşir. ABD’de sıklıkla bulunan bir doğa halidir. Peki bizimle bağlantısı nedir bunun? Efendim, denizlerin altında bazı nokta koordinasyonlarda bazı erimiş altın gayzerleri bulunduğu söylenir. Buna göre suyun binlerce metre altında ve zeminde bir delik var ve bu delikten on-yirmi dakikada bir tonlarca ergimiş altın suya püskürmektedir. Bu erimiş altın, deliğin etrafına yayılır. Kısa bir sürede kumla kaplanır ve zeminin derinlerine doğru gömülür. Bu durumda okyanusların altında altın kaynakları bulmak mümkündür.

Peki biraz daha basit gitmeye çalışsak? Örneğin okyanusun zemininin altında kömür bulduk desek? O zaman ne yapacağız? Karada yer altında kömür olduğuna göre su altında kalan yerde de kömür olabilmesi ihtimali yüksektir. İyi, güzel. Tamam da? Su altından kömür nasıl çıkarılır yahu? Yani petrol fışkırabildiği için çıkıyor. Doğalgaz da öyle. İkisi de dışı kaçıma meğilli olduğu için çıkarılabiliyor. Da; okyanusun 3.500 metre derinlikteki zemininin 5km altındaki kömür yüzeye nasıl çıkarılır? Bizim meskende birkaç kişiye soran bu soruya sayısız yanıt alır.

Okyanusların dibinde uzay gemisi olduğu da söylenir. Yani yıldızlar arası seyahat kabiliyetine haiz bir yaşam cinsinin ulaştırma aracı mevzu tir. Dünya’ya geldiklerinde suya iniş yapmış olmaları ihtimali yüksektir. Daha güvenli çünkü. Ve Dünya’nın dışından bakınca çoğu su olarak göründüğü için ve “gezegene hakim olan gezegenin çoğunluğudur” felsefesiyle hareket ettiğimizde gezegenler üstü bir uygarlığın taşıyıcı gemisinin Dünya’da su çoğunluk olmasından ötürü suya iniş yapmış olması ihtimali yüksektir.

Bu gemi Dünya’ya bilinçli olarak ve istenerek/özellikle gelmiş olabilir. Bunun yanında dümen hakimiyetini yitirmiş bir uzay aracı olarak Arz’a düşmüş olabilir. Olasılıklar çok. Ve ancak gerçek olan şu: Dünya’da uzay gemisi aramak için en iyi alanlar gök ve denizlerin altıdır.

Denizlerin altının masalsı bir diyar olduğunu kabullenmemiz zor olmayacaktır. Peki bunun içine biraz da antikite eklersek acaba ortaya mitoloji çıkar mı?

Masal ve antik buluntuları alıp birbirleriyle harmanladığımızda ortaya ilgi çekmemesi mümkünsüz durumlar çıkmaktadır. Şöyle ki; Antik Mısır Uygarlığı’ndan kalma 6.000 yaşında bir taş tablete mini çivi

ile kazınmış olan bir hikaye bizlere okyanusların zemini ile ilgili kıymetli fikirler verebilir. Bu hikaye özetle şu şekildedir:

“Orta Nil tersanelerinde inşa edilen teknoloji harikası bir gemi ile mürettebatı Firavun’un varlığın keşfi projesi kapsamında Akdeniz’e açıldılar ve Bilinmeyen Sular Kapısı [Cebelitarık Boğazı]’na ulaştılar. Buradan bilinmeyene korkusuzca yelken açan denizciler 2 ay sonra tamamen kaybolmuşlardı. Yıldızlar yön vermiyordu. Her yer su idi. Sürekli olarak batan Güneş’i takip etmek bile onları bir yere ulaştırmamıştı. Suları, yiyecekleri, ilaçları ve her türlü ihtiyaç kaynakları tükenmişti. Tayfa ümitsiz bir şekilde güverteye yatmış ve ölümü bekliyordu. Birkaç denizci intihar etti. Bazıları eceline suda kavuşmak için kendini sulara attı. Bazıları ise güvertenin ahşabını kemiriyordu. Gemide yiyecek fare bile kalmamıştı. Durum bu vaziyetteyken, öğlen saatlerinin kavurucu sıcaklığında, mavi gökyüzünde bir kuyruklu yıldız belirdi. Sanki alevler içindeki dev bir mancınık güllesi havada uçuyordu. Bu cisim çok uzakta görünmesine rağmen hızla yaklaştı. Yaklaştı. Ve gemiye uzak sayılmayacak bir mesafede büyük bir heybet ile suya çarptı! Ortalığı insanın genzini yakan bir toz ve duman bulutu kapladı. Arş’dan gelen dev taş hızla denizin dibini boyladı. Bu olaydan sonra sanki Yerküre denizcilerin kurtulması için elinden geleni yaptı. Önce fırtınasız bol yağmur geldi. Fıçılar su ile doldu. Atılan oltalar bereketiyle çıktı. Eve dönüşleri ise halen bir sırdır. Kaptanın içgüdülerine güvenerek mürettebata yeni bir diyara mı, yoksa Mısır’a dönmek istediklerini sorduğu söylenir. Tayfa eve dönmek istediğini söyleyince kaptanın dümenini buna göre ayarladığı söylenir. Ne söylenirse söylensin, bu gemi Bilinmeyen Sular’da aylarca dolaştıktan sonra Nil’e varmıştır. Ve bu deniz seferinde yer alan tüm denizciler tam 12 insan ömrü boyunca hayatta kalmışlardır. [Yani her biri yaklaşık 1.000 yıl yaşamışlardır.] Bu sebeple hepsi kutsaldır. Onlara bu yetiyi kazandıranın gökten gelen gizemli kayanın oluşturduğu toz bulutu olduğuna inanılır. Soludukları her ne ise bu denizcileri ilahi kabiliyetlerle donatmıştır.”

Kısa sayılmayacak bu hiyeroglif tablette anlatılan hikayeye inanmakta, inanmamakta kişinin kendi elinde. Ve ancak bu anlatıya bakarsak Atlantik Okyanusu’nun bir yerlerinde, suyun dibinde, dibin altına gömülmüş ve kumların altında kalmış vaziyette bir meteor var. Ve bu meteorun kimyasal bileşimi her ne ise insanın yaşam süresini doğrudan etkiliyor. Bu meteorun ufacık bir zerresi insan evladını Hz. Nuh’un yaşadığı zamanlardaki gibi 1.200-1.500 sene yaşar hale getiriyor.

Olay güzel. Ve ancak şöyle bir durum var: Bu meteorun var olduğunu bilmek demek bunu rahatlıkla bulabileceğimiz anlamına maalesef gelmiyor.

Türkiye olarak denizcilik kabiliyetlerimiz arasında arama-tarama yapmak yer almaktadır. Ne güzeldir ki denizin dibini arayıp tarayabilecek yetenekte gemilerimiz var. T.C. kendi Uluslararası Sular Dip Haritası’na sahip olmalıdır. “Yahu zaten biliniyor!” diyene şu sorulur: “Kim biliyor?”. Evet, bilen biliyor. Bilmeyen ise bilen bir şey yapmıyor diye bilinen değersiz sanıyor.

Suların altı keşifler bekliyor. Tamam. Peki biz kendi adımıza, yani ülke olarak, Türkiye olarak ne yapabiliriz?

Yüksek kabiliyetli gemilerimizi seferber edebiliriz. Bilmeyen statüsünden çıkıp bilenin ne bildiğini bilen haline gelebiliriz. Bunun için aramamız, çalışmamız, taramamız gerekmektedir.

Basitçe; Atlantik Okyanusu’nda hiçbir uluslararası su yolu güzergahında bulunmayan, her yere uzak bir noktada gemimiz durur. Bir halat ile dibe bir metal detektörü sarkıtırız. Bu metal arama cihazı yerin örneğin 100 metre altını tarayabilmektedir. Bu şekilde dip hakkında fikir sahibi olabiliriz. Yani Ayşe Teyze’nin sepet sarkıtma yordamıyla.

Kendi malumatımızı edinebiliriz. Söz konusu olan bilgi olduğuna göre geç kalmış olamayız. Çünkü geç kalmak daha geç kalmaya göre erkendir.