Halimiz daima böyle karamsar değildi. Durumlar daima bu kadar berbat değildi. Türk Futbolu’ndan bahsediyorum. Çok güzel günler görmüşlüğümüz var. Hafızamızı hafiften zorlar da 90’lı yıllara gidersek Türkiye’de futbolun dizginlenemez bir yükselişe geçtiği görülür. Bu dönemde Türk Futbolcusu’na özgüven gelmiştir. Yıldız futbolcular başta İstanbul takımları olmak üzere 1.Türk Futbol Ligi’nde mücadele etmekteydiler. 90’ların sonuna doğru Barcelona’nın (Messi, Ronaldinho ayarında) orta saha oyun kurucusu George Hagi Galatasaray’a geldi. Gelip gitmeye değil, mücadele etmeye ve kazanmaya gelmişti. Galatasaray’da sezonlarca sahaya çıktı Hagi. Bu esnada 2000 yılı Türk Futbolu için tarihi nitelik kazanıyor ve Galatasaray önce UEFA Kupası’nı sonra da tarihin ilk Süper Kupa Finali’ni kazanıyordu.

1960’lardaki “Vay anasını sayın seyirciler. Altıyı da yedik.” ibaresi artık çok gerilerde kalmıştı. Beraberlikle övündüğümüz günler geride kalmıştı. 2001’de Türkiye A Milli Futbol Takımı Dünya Kupası’nda bronz madalya alıyordu. Bunu takiben Avrupa Şampiyonası’nda yine A Milliler üçüncülük elde ediyorlardı. Milli forvetimiz Nihat Kahveci İspanya La Liga’da gol krallığı için yarışıyordu. Dünya Spor Tarihi’nin en erken atılan golünü maçın başlamasından 9 saniye sonra Hakan Şükür gerçekleştiriyordu.

Bütün bu yaşanan gelişmelerin asli sebebi Türkler’in futbola gösterdiği yoğun ve sürekli ilgi ile destek idi. Söz konusu başarılar elde edilince Türkiye’ye yıldız sağanağı yağar oldu! Pierre Van Hoijdonk, Van Persie, Roberto Carlos, Kezman, Podolski, Eto, Nani, Quaresma, Mario Gomez, Guti, Sneijder, Drogba, Alex, Ortega, Lugano, Taffarel, Okocha, Popescu, Amokachi, Jardel gibi Dünya yıldızları bu süreçte Türkiye’de ter döktü. Şaka bir yana, Dünya’nın en iyilerine ev sahipliği yapıyorduk. Ligimiz Dünya’nın ilk on ligi arasında yedinciliğe tırmanıyordu.

Sonra bir şey oldu. Büyülü bir tılsım. Türkiye’nin son yirmi yılını kesintisiz iktidar olarak geçiren yapılanma her kulvarda olduğu gibi Türkiye Futbol Federasyonu’nda da kadrolaşma uygulamasını tamamladı. Milli Takım’a alınan futbolculara çıta olarak şeyh ayağı öpmek getirilince işler biraz karıştı. Torpil aldı başını yürüdü. Takımlara alınan sporcular hak edenler değil, tepeden indirmeler olmaya başladı. Bu durum içte pek sorun çıkarmıyordu. Ve ancak uluslararası müsabakalarda açıkça bocalar olduk.

Nereden nereye derken bakalım nereye gelmişiz: 2023-2024 Futbol Sezonu. Türk Futbolu skandallar ile canlı kalmaya çalışıyor. Türk Futbolu darmadağın. Süper Kupa’yı elimize yüzümüze bulaştırdık. Rezil, kepaze olduk. Organizasyon bile yapamaz vaziyetteyiz.

Türkiye’yi Dünya Futbol Camiası’nda en iyi temsil etmekte olan figür Hakem Umut Meler saha ortasında linç edilmeye kalkışılıyor. Kulüp Başkanı sahaya inip hakeme yumruk atıyor. Sahadaki emniyet teşkilatı üyelerini rezil eden, her haliyle iğrenç bir hâl. Kulübün taraftarı söz konusu başkanı istifaya çağıracağına “Büyük Başkan!” tezahüratı yapıyor.

Peki kulüplerimiz ne yapıyor uluslararası mecrada? Bu sezon Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin bir haftada 11 gol yediğini unutamayız diye düşünmek saçma olmaz. Beşiktaş, Brugge’den İnönü’de 5 yedi. Aynı saatlerde Fenerbahçe, Nordsjaelland takımından 6’yı yiyordu. Sanki Fener ve Beşiktaş “Hangimiz daha çok yeriz?” iddiasına tutuşmuşlardı. Sinir bozucuydu.

Peki ya Milli Facialar? Türkiye A Milli Futbol Takımı, Faroe Adaları Milli Takımı’na 2-1 yenilmeyi kendine yedirdi. Faroe dediğimiz; adamların milli takımlarındaki kaleci kasap, defansın göbeği manava emanet, orta sahada oyun kurucu olarak bir marangoz var falan. Böyle bir takım. Milli Takım bunun üstüne cilayı Ermenistan’a Türkiye’de puan vererek attı. Faroe’yi unutalım diye mi böyle yaptılar bilmiyorum ve fakat tüm bu olanlara rağmen Avrupa Şampiyonası vizesi almamız durumu kotardı. Derken Avusturya’dan bir 6 yedik de şöyle bir kendimize geldik. 6 gol demek neredeyse bir iki yıllık gol demek. Yani peşinen yedik mi desek ne desek bilemedim ki. Milli Takım’ı bahis takımı haline getirmemek gerekir. Faroe’den birilerinin yüklü kaldırdığı belli. Türkiye en absürt skorları alan takım olma yolunda ilerliyor.

Ve futbolumuzun iflas ettiğinin net kanıtı: FIFA Türkiye Süper Ligi’nde mücadele eden 7 kulübe transfer yasağı getirdi. Transfer yapmak yasak yani. Bunun üzerine diyecek pek bir şey kalmıyor aslında. “Ben zaten alt ligleri takip ediyorum.” diyorsan; Türkiye’de toplam 24 takıma transfer yasağı getirildi. Bu konu gündemde tutulmamaya çalışılıyor çünkü transfer piyasası hareketleri bazen maçlar kadar ilgi çekebiliyor. Tahmin edersiniz. Sorun finansal. Borçlarını ödeyemiyor kulüplerimiz. “Ekonomist” yönetimindeki Türkiye’nin ekonomik hali bu.

Futbol, Dünya ve insanlık tarihinde en çok dikkat çeken spor mecrasıdır. Milyonları mobilize edebilen, coşku ve heyecana sebep olan muazzam bir ilgi odağıdır. Önemlidir. Ülkeleri motive eder, gençleri atletik yaşantıya yakın tutar.

Durumumuzun sebebi futbol takımları kadrolarına kadar varan siyasi kadrolaşmadır. Kadrolaşmanın sebebi ise değişimsizliktir. “Ekonomistim” diyenler aynı zamanda “Futbolcuydum” diyebiliyor ya… Yani nerede uzmanlık kazanılsa orada batıyoruz.

Yapıcı fikir ortaya atmak lüzumlu görünüyor: İkna edelim Suud Şeyhi, versin bize Ronaldo’yu bedavaya. Yalnız biz böyle derken Suudi Şeyh “Heh heh… Türk Takımları’nın imajı yerle yeksan. Ucuza bir iki tanesini alsam mı?” diyebiliyor. Konuyu inanç bağlamında ele almak hatalı olabilir. Yine de İslam Alemi’nin en bilinen ve tanınan takımının Galatasaray olduğunu unutmamak gerek. Yani bu husus İslami finansal kaynağın Türk Takımları’na yatırım yapmaları için bir sebep sayılabilir. Suud Şeyh’e Ronaldo’nun İstanbul’da Müslüman Futbol Camiası’na daha katkıda bulunabileceğini anlatmak gerekiyor belki de. Tabii bunları yaparken cumhuriyet ilkeleri ile çatışmamamız gerekiyor.

Dünya’da hızla yayılan bahis piyasasının futbolu olumsuz etkilediğini söylemek biraz fazla kolaycı geliyor bana. Yalan, dolan, şike var ise eskiden yok muydu? Eskiden yer altında bahis oynanırdı. Şimdi iş şeffaflaştı. Aslında nispeten daha temiz görünüyor. Pastanın büyüklüğü arttı. Ve ancak gizli saklı kalmadı. Devletlerin bahislerden elde ettiği vergi miktarı göz önüne alınınca bahis çeker statüde olmak ne kadar ehemmiyetlidir anlaşılabilir. Bahis çeker olmak için ise sportif başarı gerekir. Sportif başarı ilgi getirir. Yani müsabakayı kazanmak her şeydir.

Önümüzde bir Avrupa Şampiyonası var. Futbolun en ilgi çeken turnuvası tartışmasız Dünya Kupası’dır. Futbolun kalitesinin en yüksek olduğu turnuva tartışmasız Avrupa Şampiyonası’dır. Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika, İsveç, Danimarka gibi dev futbol güçleri birbiriyle kapışır. Bu ülkeler Dünya Kupası’nda çoğu zaman birbirlerine rakip olamamakta. Avrupa Kupası’nı kaldıran takım şüphesiz Dünya Kupası Şampiyonluğu’nun öncül adayıdır. Şampiyonada ev sahibi

sayılabileceğimizi de unutmazsak ve Milliler’imizi turnuvaya dek iyi korursak bütün bu derbederliğin içinden belki bir başarı çıkarırız.

Kazanmayı huy edinmiş olduğumuz bir geleceğin ümidini taşıyoruz ve çünkü bunu hak ediyoruz.